İlk görüntü Kışlalı'nın Ankara, Çayyolu Doktorlar Sitesi'ndeki evinin önünde parçalanmış olan arabası..
Daha hiçbir konuşmayı duymadan önce ilk aklımdan geçen: "Arabasını yine korunmasız bir alanda, sokak ortasında bırakmış. Aynen Uğur Mumcu gibi..."
Nitekim biraz sonra Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hikmet Çetinkaya, Ahmet Taner Kışlalı'nın da birçok "Cumhuriyet" yazarı gibi tehditler aldığını ama yakın koruması bile olmadığını söyledi.
Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli aydınlardan biri olan bu yazar ve bilim adamı da, aynen onun gibi korunmasız ortalık yerde yapayalnız, birkaç değersiz teröristin alçakça plânlarına kurban gitmişti.
Şimdi bu şanssız toplum daha depremin acısını unutamadan yepyeni bir acıyla sarsılıyor. Yepyeni bir büyük kayba ağlıyor. Ve şimdi yine "büyük Türk büyükleri" çıkacak ve "Kanı yerde kalmayacak. Size namus ve şeref sözü veriyoruz ki katilleri bulunacaktır" diyecekler.
Allah kahretsin, bu yalan vaatleri daha ne kadar dinleyecek, bizi aptal yerine koymalarına ne kadar susacağız?
Bu suikastler sadece Türkiye'nin geleceğini etkileme, aydınlatma gücü olan en değerli aydınlarına, araştırmacılarına, düşünürlerine yapılmıyor. Sadece onları bir bir yok ederek bu ülkeyi savunmasız bırakmak hedeflenmiyor. Yok edilenlerin hepsi çağdaş, laik, demokrat Türkiye'nin, Atatürk ilkelerinin savunucuları..
Türkiye'yi Afganistan'a, Cezayir'e çevirmek isteyenlerin karşısına kale gibi dikilen isimler..
İşte bu nedenle de yapılan suikastler aslında Türkiye'yi ayakta tutan ve tutacak olan temel değerlerini hedef alıyor.
Peki bunu biz görüyoruz da, ülkenin huzurundan, güvenliğinden sorumlu olanlar görmüyorlar mı?
Suikast olaylarına biraz ara verilince, önemli insanların, aydınların "korunması" zorunluluğu da gevşetiliveriyor.
Bir yanda siyasetçilere gösterilen abartılı özen, yüzlerce kişilik koruma orduları.. Diğer yanda hiç korunmayan gazeteciler, hukukçular, Türkiye düşmanlarını rahatsız eden araştırmalar, konuşmalar yapan profesörler..
Bu insanların kendi talepleri olmasa bile devlet onları güvenceye almak zorundadır.
Sorumsuz ihmalleriyle Ahmet Taner Kışlalı'nın ölümüne neden olanlar da İBDA-C kadar suçludurlar!
Devletin gücü ve istendiği zaman pekâlâ işleyen imkânları neden acaba terör örgütlerinin faaliyetlerini yakından izlemek için kullanılmıyor?
Nasıl böylesine rahatça haberleşiyor, örgütleniyor ve kolayca işlerini hallediveriyorlar?
Halkın cevabını beklediği bu soruları birileri cevaplamak zorunda!
Şu suçluyu bir bulsak!
"28 Şubat Gölcük'te planlandığı için deprem orada oldu" diyen, depremin "ilahi bir ikaz" olduğunu söyleyen Mehmet Kutlular bir gün kaldığı cezaevinden çıkarken kahraman pozları takınarak;
"Sadece Merve Kavakçı'ya değil bana yapılan da yanlıştı. Tevkif edilecek bir suç işlemedim" dedi.
Depremin hemen ertesinde bir FP milletvekilinin meclis kürsüsünden deprem için "ilahi adalet" demeye cesaret etmesini dehşet içinde izlemiştik. Daha sonra aynı gerici, yobaz kafaların bu sözleri etrafa yayması sonucunda taa "Los Angeles Times" gazetelerine kadar, yabancı basında bu saçmalık "Türkler'in genel kanısı" olarak yeraldı. Türkiye cahil, budala insanlarla dolu bir ülke durumuna düştü.
Bu saçmalık dinmedi, dinmiyor. Hâlâ utanmazca devam ediyorlar.
Haksız da değiller, ortam müsait.. Onlar değil, ne yapacağına bir türlü karar veremeyen hukukçular ve siyasetçiler suçlu konumunda..
Türkiye'nin geleceğini karartmakla kalmayıp, koca bir milleti mutsuzluk girdabına sürükleyenleri demokrasi adına daha ne kadar koruyacak, hatalarımızla ne kadar ödün vereceğiz bakalım!