kapat

22.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


Namus ve şeref sözü

Dün sabah yazılarımla meşgul olduğum sırada annemin "Ahmet Taner Kışlalı'yı öldürmüşler" diye bağırarak odama geldiğini duyar duymaz televizyonu açtım.

İlk görüntü Kışlalı'nın Ankara, Çayyolu Doktorlar Sitesi'ndeki evinin önünde parçalanmış olan arabası..

Daha hiçbir konuşmayı duymadan önce ilk aklımdan geçen: "Arabasını yine korunmasız bir alanda, sokak ortasında bırakmış. Aynen Uğur Mumcu gibi..."

Nitekim biraz sonra Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hikmet Çetinkaya, Ahmet Taner Kışlalı'nın da birçok "Cumhuriyet" yazarı gibi tehditler aldığını ama yakın koruması bile olmadığını söyledi.

Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli aydınlardan biri olan bu yazar ve bilim adamı da, aynen onun gibi korunmasız ortalık yerde yapayalnız, birkaç değersiz teröristin alçakça plânlarına kurban gitmişti.

Şimdi bu şanssız toplum daha depremin acısını unutamadan yepyeni bir acıyla sarsılıyor. Yepyeni bir büyük kayba ağlıyor. Ve şimdi yine "büyük Türk büyükleri" çıkacak ve "Kanı yerde kalmayacak. Size namus ve şeref sözü veriyoruz ki katilleri bulunacaktır" diyecekler.

Allah kahretsin, bu yalan vaatleri daha ne kadar dinleyecek, bizi aptal yerine koymalarına ne kadar susacağız?

Bu suikastler sadece Türkiye'nin geleceğini etkileme, aydınlatma gücü olan en değerli aydınlarına, araştırmacılarına, düşünürlerine yapılmıyor. Sadece onları bir bir yok ederek bu ülkeyi savunmasız bırakmak hedeflenmiyor. Yok edilenlerin hepsi çağdaş, laik, demokrat Türkiye'nin, Atatürk ilkelerinin savunucuları..

Türkiye'yi Afganistan'a, Cezayir'e çevirmek isteyenlerin karşısına kale gibi dikilen isimler..

İşte bu nedenle de yapılan suikastler aslında Türkiye'yi ayakta tutan ve tutacak olan temel değerlerini hedef alıyor.

Peki bunu biz görüyoruz da, ülkenin huzurundan, güvenliğinden sorumlu olanlar görmüyorlar mı?

Suikast olaylarına biraz ara verilince, önemli insanların, aydınların "korunması" zorunluluğu da gevşetiliveriyor.

Bir yanda siyasetçilere gösterilen abartılı özen, yüzlerce kişilik koruma orduları.. Diğer yanda hiç korunmayan gazeteciler, hukukçular, Türkiye düşmanlarını rahatsız eden araştırmalar, konuşmalar yapan profesörler..

Bu insanların kendi talepleri olmasa bile devlet onları güvenceye almak zorundadır.

Sorumsuz ihmalleriyle Ahmet Taner Kışlalı'nın ölümüne neden olanlar da İBDA-C kadar suçludurlar!

Uzun kulaklar nerede?
Bu ülkede gazetecilerin, işadamlarının, siyasetçilerin, öğretim görevlilerinin telefonları dinlenir, nerede ne yapacaklarının, kimle ne konuştuklarının en ince detayına kadar hesabı tutulur. Devlet "uzun kulakları"yla kendi aydınlarını, kendi vatandaşlarını yakın takibe almıştır. Ola ki haberleri olmadan bir hata (!) yapmasınlar, devlete zeval verecek bir davranışta bulunmasınlar diye.. Öte yanda ise İBDA-C'sinden Hizbullah'ına, PKK'sına onlarca terör örgütü Türkiye sınırları içinde evindeymişcesine rahat her türlü faaliyetini yapar, kısacası cirit atar ama kimse onların nerede, ne zaman hangi değerli, iyi yetişmiş, yararlı insanımızı katletme plânı yaptıklarını bilemez. Şimdi bu ikileme bakınca siz de "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demiyor musunuz?

Devletin gücü ve istendiği zaman pekâlâ işleyen imkânları neden acaba terör örgütlerinin faaliyetlerini yakından izlemek için kullanılmıyor?

Nasıl böylesine rahatça haberleşiyor, örgütleniyor ve kolayca işlerini hallediveriyorlar?

Halkın cevabını beklediği bu soruları birileri cevaplamak zorunda!

Şu suçluyu bir bulsak!

"28 Şubat Gölcük'te planlandığı için deprem orada oldu" diyen, depremin "ilahi bir ikaz" olduğunu söyleyen Mehmet Kutlular bir gün kaldığı cezaevinden çıkarken kahraman pozları takınarak;

"Sadece Merve Kavakçı'ya değil bana yapılan da yanlıştı. Tevkif edilecek bir suç işlemedim" dedi.

Depremin hemen ertesinde bir FP milletvekilinin meclis kürsüsünden deprem için "ilahi adalet" demeye cesaret etmesini dehşet içinde izlemiştik. Daha sonra aynı gerici, yobaz kafaların bu sözleri etrafa yayması sonucunda taa "Los Angeles Times" gazetelerine kadar, yabancı basında bu saçmalık "Türkler'in genel kanısı" olarak yeraldı. Türkiye cahil, budala insanlarla dolu bir ülke durumuna düştü.

Bu saçmalık dinmedi, dinmiyor. Hâlâ utanmazca devam ediyorlar.

Haksız da değiller, ortam müsait.. Onlar değil, ne yapacağına bir türlü karar veremeyen hukukçular ve siyasetçiler suçlu konumunda..

Türkiye'nin geleceğini karartmakla kalmayıp, koca bir milleti mutsuzluk girdabına sürükleyenleri demokrasi adına daha ne kadar koruyacak, hatalarımızla ne kadar ödün vereceğiz bakalım!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır