Ekonominin iyice dibe vurduğu; enflasyonun 2000'de de, yüzde 50'nin altına çekilemeyeceğinin anlaşıldığı; cezaevlerinde yönetimlerin mahkumlardan borç alarak işleri yönetebildiği; Anayasa'nın "hukuk dışı" olduğu Yargıtay Başkanı tarafından açıklandığı; Adalet Bakanlığı'nın bütçeden sadece binde 8'lik bir pay aldığı; yolsuzlukların, ikiz aynaların ortasına düşmüşçesine sonsuzlaştığı Türkiye gibi, resmi söylemleri demagojilerle hamaset edebiyatından ibaret bir ülkede, "işlerin iyiye doğru gittiğini" söylemek kolay değil...
Oysa geleceğe 10 yıllık bir perspektivden bakıldığında işler iyiye doğru gitmede... Nedenlerine gelince:
1- Özellikle Soğuk Savaş yıllarında Türkiye neden, tam anlamıyla, ayvayı yedi? Çünkü ABD uzun menzilli füzeleri yapmakta Sovyetler'in gerisinde kalmıştı. O nedenle de Sovyeter'i yakın mesafeden 800 askeri hava alanıyla abluka altına almıştı. Bunların 60'ı aşkını da bizdeydi. Ve Türkiye, silahlı güçlerinin yüzde 95'ini NATO'nun, dolayısıyla da NATO'nun patronu olan Pentagon'un emrine vermişti.
Potsdam anlaşmalarıyla pek de denk düşmeyen böyle bir durumun, Türkiye içinde nete getirilerek berraklaştırılması ve hele hele eleştirilmesi, "vatan hainliği" sayılacak ölçüde yasaktı.
O nedenle de Türkiye'de beyinler tek yönlü olarak dondurulmuştu. Her türlü üç kağıtçılık, beleşçilik, yuttur kaydırcılık, "kahrolsun komünizm" sloganı arkasında yürütülüyordu. Washington da, Sovyetler'in burnu dibinde kendisine bağlı ucuzundan köylü taburları bulduğu için, her türlü yozlaşmaya göz yumuyordu.
Gorbaçov'un, 2 kutba ayrılarak statükolaşmış evrensel kamplaşmaya kol gibi bir kazık atmasıyla, beylik klişelere lehimlenmiş kalıplar, darma duman oldu ve globalleşme süreci başladı.
10 yıllık bir perspektivden bakıldığında Türkiye'nin globalleşme sürecinin dışında kalması mümkün değildir.
2- Türkiye gibi endüstri aşamasını gerçekleştirememiş köylü toplumları, sadece Hazine'den geçinenlerin egemenliğine göre düzenlenmiş "kabuk devlet" biçimlenmesinden, halk kitlelerine servis veren "teknik devlet" yapılanmasına kendiliklerinden geçemiyorlar.
Cengiz Çandar'dan öğrendiğimize göre bu durumu Dünya Bankası da, 1997'de yayınladığı bir raporda şöyle saptamış:
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kanun ve nizam hakimiyeti, kamu sağlığı ve temel alt yapı gibi alanlarda etkili biçimde kolektif eylemler gerçekleştirmekten acizdir. Dolayısıyla toplumun bu alanlardaki ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır."
Dünkü yazısında bu rapora değinen Cengiz şöyle diyordu:
"Dünya Bankası'nın değerlendirmesi, iki yıl sonra deprem karşısında sivil-asker tüm mekanizmalarıyla felç olan ve halkının yardımına koşamayan bir devlet cihazını gözler önüne sererek, doğrulandı."
Yani efendim Ankara'nın binbir demagojiyle çengellendiği "kabuk devlet" modeli, kendi iç dinamikleriyle ne halk yığınlarına hizmet veren "teknik devlet" yapılanmasına geçebiliyordu, ne de globalleşme sürecine katılabiliyordu...
Öyleyse Türkiye'yi dış dinamikler sürükleyecekti 21. Yüzyıl'da çağdaşlaşmaya..
3- Türkiye, ister istemez iyiye gidiyor. Avrupa Birliği adaylığına sarı ışık yakılması da bunun kanıtı.
Eskiden "kabuk devlet" örneği ülkeler, kendi halklarını yoksul bırakarak, bir çeşit kendi iç sömürgelerinin tepesine tüner ve dışardan bol silah alımıyla, yabancı sermayelere katkıda bulunurlardı...
Bugün ise silah satışları eski kârı sağlamıyor. Değişen teknolojilerle artan üretimin emilmesi için, yoksul bırakılmış halk yığınlarının zengin edilmesi gerekiyor. Çok kibar biçimde Türkiye şimdi buna zorlanıyor. İnsan hakları ve demokratik özgürlüklerin ön plana çıkarılarak, Türkiye'ye de Kopenhag ilkelerinin benimsetilmek istenmesi bundan...
Türkiye, ne yaparsa yapsın Ankara egemenlerinin zart zurtu uğruna, daha uzun süre "kabuk devlet" şablonunda ısrar edemez. Çaresiz, dış dinamikler sayesinde değişecektir.
Biz göremesek dahi iyimserliğimiz bundandır. Enseyi karartmayın.