Kulislerde dönen isimlerin önüne Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit çıkıyor. İkisinin de olabilmeleri anayasal olarak imkânsız. O yüzden, spekülasyonlar daha ziyade, ikisinden birine bu imkânı tanıyacak anayasal değişiklikleri yapmak üzerinde yoğunlaşıyor.
Bu anayasa, Yargıtay Başkanı'nın 6 Eylül konuşmasında belirttiği gibi "butlan ile mall" olduğu için, neresine ne kadar el atılsa ve neresi ne kadar değiştirilse, o kadar iyi.
Ancak, mesele, Demirel'in veya Ecevit'in seçilmesi ise, orada durun. Bir ülke, bırakın siyas” ömürlerini, biyolojik ömürlerinin de son virajını dönmüş olanlardan başka adam bulamıyormuş durumuna düşürülemez. "Eh, kim var peki" sorusunun da anlamı yoktur. Bu soru, "Demirel ve Ecevit'ten başka adam yoktur" ile eş anlamlı sorulduğu için geçersiz bir sorudur.
İster Demirel, ister Ecevit 2000 yılında Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı tercihi haline gelirlerse, bunun anlamı, "Türkiye'nin çaresizliği" veya "köhneliğin 21.Yüzyıl'a devri" demektir. Her ikisi de, doğum tarihleri 1920'lere giden kişiler. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı olmalarının da, olmamalarının da "simgesel" önemi söz konusu. Türkiye'nin, bugüne kadarki hizmetlerine teşekkür edip, günahları ve sevapları tarih kayıtlarına geçmek üzere, 2000 yılıyla birlikte (bu tarihin de simgesel anlamı mevcut), bu iki ismi "emekli"ye sevketmesi gerekir.
Peki, bunlar olmazsa kim olacak?
Demirel'in klasik yöntemini izleyelim: Neyin olabileceğini görmek için; nelerin olamayacağını ortaya çıkartmak... Demirel ve Ecevit isimlerinin üzerini çizersek, geriye Cumhurbaşkanlığına meraklı kim kalıyor? İsmi açıkça deklare edilmemiş olsa da, Ankara kulisleriyle irtibatlı dünya alemin bildiği Mesut Yılmaz...
Demirel ve Ecevit gibi seksen yaşına doğru yol almadığına göre olmaması için bir meşru sebep var mı?
Evet var. ANAP Genel Başkanlığına geldiğinde partinin oy oranı yüzde 30'lardaydı. Genel Başkan olarak girdiği ilk seçimde, yüzde 20'lerin ortasına indirdi. İkinci seçimde, yüzde 20'nin altına düşürdü. Üçüncü seçimde barajın iki puan üzerinde kalabildi. Muhtemelen bundan sonraki ilk seçimde, baraja takılır. Sürekli popülarite erozyonuna uğramış, bir siyasi partiyi giderek küçültmüş bir kişinin, 21.Yüzyıl'ın büyük iddialarına doğru Türkiye'yi taşıyabileceğini düşünen aklı başında bir kişi çıkabilir mi?
Bütün bunlardan da önemlisi, Cumhuriyet tarihinin yolsuzluk nedeniyle iktidardan düşürülmüş ilk Başbakanı olması. Hem hakkında bir dizi yolsuzluk soruşturması bulunuyor. Demirel ve Ecevit kadar bile Cumhurbaşkanlık makamına ehil değil.
Eski Genelkurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı'nın isminin de "spekülasyon pipe-line"ında dolaştırıldığı biliniyor. O veya bir başka emekli general de olmaz. Olmaz zira böylesi de bir "simgesel anlam" taşıyor. Türkiye'nin 1960'lar ile 1980'ler arasındaki sürece geri dönmesini simgeliyor. Cumhurbaşkanlığına, önce, TBMM'nin iradesi ifsat edilerek 1961'de bir cunta lideri olarak eski Kara Kuvvetleri Komutanı (yani Genelkurmay Başkanı adayı) Orgeneral Cemal Gürsel, daha sonra sağlık nedeniyle görevine devam edemeyeceği anlaşılınca Genelkurmay Başkanlığı'ndan istifa ettirilerek Orgeneral Cevdet Sunay seçildi. 1973'deki karambolde ise, Genelkurmay Başkanlığından sırf Cumhurbaşkanı olmak için istifa eden Orgeneral Faruk Gürler mandepsiye basınca, emekli Oramiral Fahri Korutürk seçilmişti. Onu da, bir Genelkurmay Başkanı ve yine bir cunta lideri Orgeneral Kenan Evren izledi.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için "aday" olabileceği ve arkasından "Kopenhag kriterleri"nin işletileceği bir dönemde, 1960'lara 1980'lere dönmesinin alemi var mı.
Peki kim olmalı?
Bunların dışında biri. 65 milyonun içinden çıkar; merak etmeyin...