Neye dayanarak söylüyorum bunları..
Çünkü Yüksel Bozer Hoca'yı yakından tanıyorum.
İnsan olarak tanıyorum..
Doktor olarak tanıyorum..
Yönetici olarak tanıyorum..
Verdiğim not, üçünde de tam..
Doktorluğunu ve insanlığını bizzat yaşadım..
Kimbilir kaçıncı ameliyatlarımdan birini o yaptı. Göğsümü açtı..
Zaman zaman kalbim fena halde sıkışıyor, dayanılmaz bir çarpıntı başlıyordu. Aylarca tehiş koyamadılar. Sonra Doğaner Hastanesi'ne patron Doğan Sarıoğlu ile birlikte yattık. O da o sırada kriz geçirmiş tesadüf.. Dünya tatlısı bir radyoskopi uzmanı hoca, soktu röntgenin içine beni.. Araya taraya sıkıntıyı buldu. Kalbin tam altında bir tenis topu.. Karın biraz gaz yapınca diyaframa basıyor. Diyafram topa basıyor. Top da kalbin tam ucuna.. Al sana çarpıntı. Gaz gidince sıkıntı yok. Benim iki yıldır dünyanın bütün gaz gidericileri cebimde dolaşmam meğer bundan..
Hocalar, kalbin altındaki tenis topuna baktılar..
"Merak etme, kanser değil. Bu kadar düzgün kanser uru olmaz.."
"Peki ne?.."
"Görünüş köpek tenyası.."
"Bre aman?.. O ne?.."
"Sokak köpeklerinin dışkılarından rüzgarla havaya karışır. Oradan ciğere yerleşir, etrafına bir koza örer, içinde üremeye başlar. Koza işte böyle tenis topu gibi olur, içinde yüzbinlerce tenya ile.."
"Eeeee.."
"Eeeesi bu topu ordan almak gerek. Ameliyat aslında kolay.. Kolay da, bu topun zarını delmemek gerek. Ameliyat sırasında delindi, patladı mı, içindeki binlerce tenya ciğerlere yayılır, artık onları temizleme mümkün değil.."
"Yani!.."
"Yanisi ölüm.."
Şimdi Holly dolayısı ile Amerikan sigortam var. Ankara Gazeteciler Cemiyeti arkamda.. Zaten yığınla ameliyat geçirdiğimi biliyorlar..
"Nereye istersen git, masraf bize ait" diyorlar..
Dünyanın her yerinde ameliyat olabilirim yani..
"Sakın haa.." dediler.. "Sakın ha.. Ameliyat bir uzmanlık işi olduğu kadar bir pratik, bir deneyim işidir. Uygar ülkelerde sokak köpeği kalmadığı için köpek tenyası da kalmadı. İngiltere, Amerika'da bir cerrah yılda bir köpek tenyası ameliyatı ya yapar, ya yapmaz.. Oysa bizde her cerrah çok sık girer bu ameliyata.. Bizimkiler daha tecrübeli, daha iyidir.."
Tam o sırada, bir genç bilimadamımız Uludağ'da tatil yaparken köpek tenyası tanısı ile Bursa'ya alınırken hastaneye yetişememiş, balon patlamış.. Aslan gibi sporcu adam ölmüş.. Onu da öğrenmedik mi?:.
"Kim yapar, kim yapar" diye dolanırken, Yüksel Hoca öğrenmiş durumumu.. Kendi aradı.. "Hıncal ben yaparım" diye..
O zamana kadar uzaktan merhabamız var..
Ameliyata girdik.. Gözümü açtım.. Baş ucumda..
"Müjde" dedi.. "Ne kanser, ne tenya.. Diyafram fıtığı.."
Daha önceki böbrek ameliyatım sırasında diyafram altında bir iltihaplanma olmuştu. İncelmiş. Zamanla da delinmiş. Delikten karın yağları göğse sızmış, giderek büyüyen bir topak oluşturmuş. Kalbime basan işte bu yağ topu.. Hoca onu alınca, kalbim aslan gibi oldu yeniden..
Her gün uğrardı ameliyat olduğum özel hastaneye..
Her gelişi hem benim, hem aile için neşe kaynağı olurdu.. Bizi kahkahalara boğar, hasta, hastane psikolojisini atmamızı sağlardı.
Onun yarattığı moral havası ile iyileşmem hızlandı.
İnsanlığı, doktorluğu ile tanışmamın kısa hikayesi bu..
Yönetici olarak nasıl başarılara ulaştığını da Hacettepe Üniversitesi rektörlüğünden biliyorum.. Okul en parlak devirlerini onun zamanında yaşadı diyebilirim.
Bilimsel etkinliği yanında, sosyal faaliyetleri ile hep gündemde idi Hacettepe.. Ve Hacettepeli olmak, bir ayrıcalıktı. O rozeti nasıl kasılarak takardı öğrenciler..
Yüksel Hoca, Kızılay'ı zirvelere taşıyacaktır, hiç şüphem yok..
Ama ondan öncelikli bir dileği var. Yazdım diye bana yollanan fakslar bir kitap boyutuna ulaştı..
Kızılay Hemşire Okulu.. Binasını satabilme uğruna, bu ülkede adı hemşirelikle özdeşleşmiş okulu kapatmayın hocam..
El koyun.. Canlandırın.. Yasalar el vermiyorsa, bir vakıf, bir formül kurun, bu okulu yaşatın hocam..
Müjdeyi de en kısa zamanda siz verin!..
Başarılar diliyorum hocam..
Başaracağınıza da inanıyorum!..
Hiç ummadık bir Brutus!..
Bu yazıyı yazmayacaktım.. Hatası, sevabı ile unutmaya, unutturmaya çalışacaktım..
Eğer Münih dönüşü uçakta Yalçın Doğan'ı okumasaydım..
Bu ülkenin en saygın, en iyi yetişmiş gazetecilerinden biri Yalçın Doğan..
Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni.. Bu sıfatı ile birleştiğinde de, baş yazarı..
Kanal D ile İzmirli bir tür terörist arasındaki canlı yayında saatler süren pazarlığı ele almış.. Daha doğrusu, bu pazarlığın kamuoyu önünde yapılmasının hatalı olduğunu söyleyenleri..
Onlara saldırıyor..
"Kendileri yapamadılar diye kıskanmışlar" Doğan'a göre..
Meğer bu nasıl bir gazetecilikmiş de..
Bu çok ama çok kirli bir gazeteciliktir Sevgili Yalçın..
Böyle bir gazeteciliğe, uygar ülkelerde en sorumsuz yayın organları bile balıklama atlamazlar..
Sonunu düşünürler.. Neye mal olacağını, nelere yol açacağını düşünürler..
Köprü kaç yıldır var, Yalçın?..
Bak bakalım, köprüde intihar teşebbüsü istatistiklerine..
Ne zaman özel TV'ler çıktı, ne zaman köprü intiharları reyting için kullanılmaya başlandı, ipini koparan köprüye çıktı..
Şimdi sen masum insanları silah tehdidi ile kapayan bir adamı iki buçuk saat ekranda tutarsan, neyin teşvikçiliğini yaparsın?..
Hem de bu teröriste 20 milyar lira teklif edersen..
Hem de, adamı göklere çıkarır, kahraman ilan eder, alkışlarsan..
Hem de adama "Sayenizde yarın bir başka gün olacak. Bu eyleminizle ülkede pek çok şeyi değiştirdiniz" diye kurtarıcılık vasfı verirsen..
Kanal D, o gece, ülke için ihanet, meslek açısından çok ama çok ucuz bir yayıncılık yaptı..
Kanal D, o gece yasaların suç saydığı bir eylemi dakikalar boyu överek Türk Ceza Yasası'nı ihlal etti..
Cumhuriyet Savcıları o bandı yakından izlediklerinde göreceklerdir.
Kanal D o gece, bu ülkenin ilkelerini yıktı. Uçağın içinde yüzlerce masum insan rehinken teröristle pazarlık yapmaya yanaşmayan bu devletin biri resmi (İzmir Emniyet Müdürü) öbürü özel (Defne) iki insanı, hem de milyonlarca insana açık bir pazarlığı sürdürdüler. Ve çok ama çok vahim gelişmelere kapı açtılar..
RTÜK de o yayının bandını yakından izlemeli.. Onlara da çok önemli bir görev düşüyor.. Bu tür yayınlar devam edecek mi, etmeyecek mi?..
Tabii silah tehdidi altındaki insanlar bir ruh hastasının, ya da bir caninin, ya da bir teröristin keyfine terk edilmez..
Dünyanın uygar ülkelerinde bu tür görüşmeleri bu iş için yetiştirilmiş özel uzmanlar yaparlar. Onlar da böyle açık açık, halkın izlediği kanallarda yapmazlar. Kimsenin ruhu duymaz.. Duymaz ki yol olmasın. Duymaz ki ipini koparan reklam için, mesajını duyurmak için, keyfi öyle istediği için insanları rehin alıp televizyonları ayağına getirmesin.
Kanal D, kanunların suç saydığı bir eylemi överek, Türk Ceza Yasası'nı hiçe saymıştır.
Yalçın Doğan da, suç sayılan eylemi övenleri överek ayni pervasızlığı tekrar etmiştir.
Eğer savcılar, eğer RTÜK zamanında önlem almazlarsa, Türkiye yakında "Rehinciler cenneti"ne dönüşecektir.
Gelecekte rehin alınanlar, bunlar kadar şanslı olmayabilir!..
Habercilik bu kadar ucuz değildir.. Böylesine toplum aleyhine kullanılamaz.
Devlet bu yanlışın bir daha tekrarlanmaması için önlem almak zorundadır.