çok sempatikti ve akıllıydı.
Simsiyah uzun saçları omuzlarına dökülmüştü. Geniş omuzluydu. Dolgun bacaklarını baldırlarına kadar hapseden uzun süet çizmeleri vardı. Hani; şövalyelerin çizmeleri vardır ya, pantalon benzeri... İşte o çizmeler ve bol kollu gömleği ile üç silahşörlerden birisi gibiydi.
Velhasıl, heybetli bir genç kızdı.
Tanıştırdılar:
-Sevda. Yeni kraliçe...
Elini öptürmek ister gibi uzattı tokalaşırken... Tokalaştık.
1971 Türkiye Sinema Güzeli seçilmişti. Kara kaşları, kara gözleri, herkese kısmet olmayan Allah vergisi gamzeleri ile farklıydı.
Onun için diyorlardı ki:
-Al sana!.. Türkân Şoray'ın tahtını sallayabilecek kız nihayet çıktı.
Her esmer yıldız namzedini Türkân hanımla kıyaslamak adetti. Ancak; bu genç kız diğerlerine benzemiyordu. Güzeldi, ayrıca çok sempatikti ve akıllıydı.
Onun adı: Sevda Karaca idi.
Türkiye'nin en güzel kızları ile yarışarak birinciliği kazanmıştı. O, yeni bir yaşama adım atıyordu. Ben de, Sevda'yı seçen gazetenin yönetimine tam o sırada getirilmiştim. 1971'de.
Kötü bir yıldı 1971 yahu...
1971'de Türkiye iyice züğürttü. Devletin beş kuruşu kalmamıştı. Parasızlıktan, radyo yayınları 18.5 saatten 8 saate indirilmişti. Terör başlatılmıştı. Bombalar patlıyor, üstüste faili meçhul cinayetler işleniyordu.
Amerikalı askerler kaçırılıyor, Başkan Nixon kızıyordu.
500 vali ve kaymakamın hükümeti protesto eylemine de Başbakan Süleyman Demirel öfkeleniyordu.
Türkiye, 12 Mart Muhtırası'na doğru marş marşla gidiyordu.
Sevda Karaca'nın "Sinema Güzeli" seçilmesine bir kaç ay vardı. Şubat başında Viyana'daydım. O sırada Avusturya'da komik bir olay yaşanmıştı. Türk Futbol Takımı topyekün gözaltına alınmıştı. Avusturya hududunu geçer geçmez otobüslerinden indirilmeden doğru nezarete...
Hayret!.. Olacak saygısızlık değil. Millilerimiz neden tutuldu? Morallerini bozmak istiyorlar çocuklarımızın. Elbette korkuyorlar Üçüncü Viyana kuşatmasından... "Vur vur inlesin, Avrupa dinlesin" olacak diye, di mi? Haçlı zihniyeti sürüyor efendiler!..
Bu palavraların hiç biri değildi. 30 kadar kaçak işçi "Türk Futbol Takımı" gibi gösterilerek Avusturya'ya sokulmak istenmişti. Üç kâğıtçıların yüksek zekâsı...
Türkiye'ye döndükten bir süre sonra tekrar Viyana'ya yollandım. Mart'ın ilk haftasıydı. İstanbul'a telefon ettiğimde Ahmet Vardar'dan 12 Mart 1971 Muhtırasını öğrendim.
Kötü yıldı 1971. Halit Fahri Ozansoy öldü, gazete yazarlarının çok çok büyüğü, Atatürk'ün yakın dostu Falih Rıfkı Atay öldü. Gazeteci ve oyun yazarı büyük ustamız Cevat Fehmi Başkut'u kaybettik. Laleli'de komşumuzdu...
Bir de 13 Nisan'da Gediz'de deprem olmaz mı? Hayli canı yitirdik. Mayıs'taki Bingöl depremi de 842 can aldı.
O yıl ben; aynı binada gazete değiştirdim. Haziran'da Sevda Karaca seçilerek sinemaya geçti.
Ve... Haziran'ın 5'inde perişan oldum. Sert, aksi, küfürbaz, bir o kadar yufka yürekli ağabeyimiz ölmüştü. Şair, aktör, romancı ve insan Cahit Irgat.
Cahit ağabeyi, yeni yetmeliğimizde Kulis Bar'da görürdüm. Taaaa 1959'larda filan... Neydi dostlar; bütün tiyatro oyuncularının müdavimi olduğu Jorj'un Kulis'i... Beyaz saçlı Rus barmen Grişa, spikerlerin kraliçesi Dürnev unutulur mu? Dürnev Tunaseli bizden hayli önce dünyaya merhaba demiş. Ancak; onun havası, yaş farkını süpürüp yok ediyordu. İstanbul'un bütün gençleri o kadına aşıktık. Makyaj yapmaz, eteklik giymezdi. Yarı kırlaşmış, karabiber saçlarını topuz veya at kuyruğu yapardı. Uzun, dik ve umursamazdı. Şık ceketleri ve çeşitli pantalonlarıyla tur atardı İstiklal Caddesinde... Unutulmaz Dürnev çok havalı kadındı. Şimdi Bodrum'da yaşıyormuş. Yine unutulmaz bir İstanbullu, bir büyük dost Güner Kuban gibi...
Cahit Irgat ağabey ile ara sıra sohbet eder olduk Kulis'te... O sıralar oğlu ile de arkadaş olmuştuk. Ne iyi çocuktu. Uzun yıllar geçti aradan, göremedim.
Sonra 7 Kasım 1971 geldi. Bir üzüntü daha; Büyük aktör Sami Ayanoğlu'nu kaybettik. Türk Tiyatrosu ve Sinemasının ilk oyuncularındandı. O ne güzel sesti... Cyrano de Bergerac oyunu aklıma gelir, ne zaman Sami Ayanoğlu adını duysam.
Şehir Tiyatrosu'nda Cyrano'yu öyle başarıyla canladırmıştı ki; filmi gelince dublajını hemen Sami beye verdiler. O ne sesti, koca burunlu Cyrano'yu canlandırdığında... Şöyle diyordu Cyrano kendi burnuyla dalga geçerken:
-Yaptırın ona küçücük bir şemsiye,
Yazın fazla güneşten rengi solmasın diye
Ey burun, bütün dünyaya inat,
Seni baştan aşağı nezle etmeye kaadir
Tek rüzgâr bulunamaz, karayel müstesnadır.
Elbette Cyrano'dan söz ederken, Sabri Esat Siyavuşgil'in eşsiz çevirisine şapka çıkarmak şarttır.
"-Bir yiğidin kılıcı saplansa da bağrıma
Kalbimden vurularak ölsem" demiştim ama,
Ne yaparsınız kader, arkadan çullanarak,
Kılıç yerine odun, yiğit yerine uşak,
Beni maskara etti. Pekâlâ oldu böyle!
Her fırsatı kaçırdım, hatta ölümü bile!
Ah, ah!.. Cyrano'yu okurken, finalinde göz yaşlarımı tutamam. 12 yaşımdan beri... Ölürken der ki:
"- Allahıma buradan
Lekesiz, buruşuksuz onu götürüyorum!
Evet, ne yapsanız da...
Bu benim...
Gururum!.
İşte burada gözlerim dolar.