Türk ve Yunan halklarının yeniden keşfettikleri sevgi ve yakınlık, siyasetçileri etkiliyor.
Siyasetçiler "ulusal çıkarlar" adına bu özlemi daha ne kadar geciktirecek, engelleyecek?
Yirmibir yıl önce Ecevit, New York'un Waldorf Astoria Oteli'nde az kalsın bir Kıbrıslı Rum tarafından öldürülecekti.
Ecevit bir Türk grubuna hitap etmeye hazırlanırken Marika adlı bir Rum kadın "Öldür onu!" diye bağırdı, Kıbrıslı Stavros Psihopedrides silahını çekti. FBI ajanları üstüne atlayıp durdurdular onu.
Önceki gün aynı otelde Dimitri Hristo adında başka bir Rum, bu defa Türkiye'deki deprem mağdurlarına göndermek istediği 75 dolarlık çeki Ecevit'e vermek için elini cebine attı. Sevgi sözcükleriyle bunu verdi ve sonra Ecevit'e sarıldı.
Marmara ve Atina'yı sarsan depremler, siyasetçilerin düşmanlığa programladığı halkları uyandıran şoklar oldu.
İki ülkenin genç dışişleri bakanları, iki halkın geleceği adına kaderin birer lütfudur. Bu uyanışa onlar sahip çıktı. Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu bugün Taksim Grubu'nda, yarın da İstanbul Üniversitesi'nin açılışında birer konuşma yapacak.
Bu olumlu havayı, Papandreu ile İsmail Cem'in hangi noktaya kadar taşıyacaklarını heyecanla izliyoruz.
Halkların istediği dostluğun devletler katında kurumlaşması daha çok emek ve zaman gerektiriyor. Güven sorunu henüz çözülmedi.
Atina'nın önerdiği "saldırmazlık paktı" çare mi? Tarih bu soruya "hayır" diyor. Çözüm, saldırmazlık güvencesi aratan korkunun sebeplerini ortadan kaldırmaktır.
Yunanistan'ın 3042 adasına Avrupa Birliği bayrağı çekerek Ege'nin denizini, havasını bize kapatmaya, Kıbrıs'ı Avrupa sorunu olarak karşımıza dikmeye çalışması kendisine bir şey kazandırmadı. Hakkaniyeti inkar politikasının yarattığı düşmanlık, onu PKK terörüne himaye sağlayacak kadar küçülttü.
Artık barışa giden yolu açmak zamanıdır. Bu da iki ülkenin mümkün olan en kısa zamanda Avrupa Birliği içinde bütünleşmesidir.
O noktadan sonra bütün ihtilaflar anlamsız hale gelecektir.
Şimdi görev, bu yolu uzatacak sorunlar yaratmamak, barış ruhunu korumaktır.
Türkiye, Kıbrıs görüşmelerini yokuşa sürmemeli, Yunan tarafı da bu konuyu Türkiye'nin AB üyeliğine "evet" demenin şartı olarak kullanmaktan vazgeçmelidir.
Deprem felaketinin karmaşa ve çaresizlik ortamında, herkesin aklına kurtarıcı olarak hemen Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu'nun koordinasyon görevi ile bu bölgeye "Süper Vali" olarak atanması geldi.
Yazıcıoğlu, çalışkanlığı ve yaratıcılığı ile bu güveni ve umudu hak etmişti.
Ama iktidar ne yaptı?
Onu Erzincan'dan alıp merkeze, yani kızağa çekti. Bırakın depremzedeleri, başka bir ilin halkını bile onun hizmetinden mahrum etti.
Halkın gözünde yükselen kişileri alaşağı etmek, iktidarlara musallat olmuş vasat insanların savunma refleksidir.
Bu insanlar reform yapar mı?