Daha önce Zeki Alasya'nın iş yaşamındaki öyküsünü okumuştunuz bu sayfalarda. "Ticareti bir türlü 'Zeki'ce yapamadım" diyordu. Orta kuşak tiyatro ustalarının kaderi bu galiba. Yılların tiyatro ustası Müjdat Gezen'in iş hayatındaki başarısı da Zeki Alasya'dan farklı değil. Adına kurduğu kütüphane ve yayınevinden her şey bedava olduğu için kâr edemeyen Gezen, son olarak kurduğu Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nden de para kazanamadı. Çünkü o da bedavaydı! Hatta bu arada eşinin altınlarından evindeki tablolara kadar her şeyi kaybetti. Öğrencilerden para almıyor diye mahkemelere düştü, neyse ki beraat etti. Şimdilerde süper bir ekiple "7 Kocalı Hürmüz"ü sahnelemek için kolları sıvayan Müjdat Gezen'le yöneticiliği, anlamını bile bilmediği finansı ve bunların sanatla bağını konuştuk.
Sanatla finansı, yöneticilikle tiyatroyu nasıl bağdaştırdınız?
Sanat, yöneticilik ve tiyatronun birbiriyle bir bağlantısı var. Ama finansman denilen şeyi ben bir türlü kullanamam ve beceremem. Yani bağdaştıramadım. Sanatın içinde yönetmenlik de yaptığım için yöneticilikle bağdaştırabiliyorum. Ama finansman denilen meselenin sözcük olarak karşılığını bile bilmiyorum. Ana para mı demek, parayı kullanıp bir şeyleri finanse etmek mi, hayatım boyunca bilmedim, bilmiyorum, bilmek de istemiyorum! Ben mesleğimin dışında bir işi bilmem.
Ama Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde böyle bir sorumluluğu istemeden de olsa yüklendiniz...
Benim okulum bedava. Ücretsiz olduğu için dışarda kazanıp orada harcanan paralarla dönüyor. Dünyada da pek örneği yok. O bakımdan, ilk anda nasıl yürüdüğünü çok merak etti insanlar. Ancak daha sonra insanlardan gelen talepler bizi kendi kendine bir doğru yola sevketti. Biz kursları halkın isteğine göre 7'den 70'e herkes için paralı yaptık, oradan gelen para, bizim ücretsiz okulumuzu döndürmeye başladı.
Paralı kurslar hangileri?
Akşam kursları, akşam okulları, hafta sonu okulları gibi. Artık cebimden eklememeye başladım. Çünkü önceleri cebimden veriyordum. Bir ara yetmemeye başladı, o arada eşimin altın bilezikleri, benim evdeki usta ressamların iyi tabloları falan da satıldı. Bir daha da geri gelmedi.
Ama siz maddi kazanç yerine toplumsal kazancı seçtiniz.
Evet, ama bu da bana manevi kazanç sağladı. Prim getirdi. Faiz sağlamadı, ama manevi açıdan kendimi güçlü hissetmeme neden oldu.
Kendiniz için yaşar ve üretirken bir anda yüz kişi için üretmeye başladınız. Bu sizin yaratıcılığınızı ve hareket alanınızı kısıtlamadı mı?
Kısıtladı. Üretkenliği de kısıtladı, hatta zaman geldi, yatağa bile attı! Çünkü dediğiniz gibi bunlar matematiksel işler. Bir yerden gelecek ve bir yere harcanacak. Hayır, hiçbir şey gelmiyor ve sürekli bir yerlere harcanıyor. Bunun rantabilitesi yok tabii. Ama bize işin tabiatı yetişti. Tabiattan talep doğdu. 'Neden 17-22 yaş arası okuyor da biz okuyamıyoruz?' diye sordu insanlar. Biz de, 'Tamam, sizleri de okuturuz, ama bu bedava bir konservatuar. Sizin yaşınız tutmuyor buraya' dedik.
Onlar da paralarıyla gelmeyi teklif ettiler...
Evet. Böylece kendi kendini finanse eden bir sistem doğdu. Böyle de devam ediyor.
Yaşadığınız sıkıntılar arkanızdan gelebileceklerin de önünü tıkadı. Bu mevzuat sorunları nasıl aşılabilir?
Arkamdan gelebilecek olsa gelirdi. Ben bir emsal oluşturdum, fakat çok zeki insanlar var ve doğrusunun da o olduğunu düşünüyorum, ben mahkemeden beraat edince, böyle okullar açılabilir oldu. Böylece her yerde bu tür okullar açılmaya başladı. Ama hiçbiri bedava yapmadı, paralı yaptılar. Bu da normal tabii, çünkü ortada bir emek var, masraflar var, fakat para yok.
En büyük emeliniz yurtdışında Türkiye'yi temsil etmekti, başardınız. Bu yolda öğrencilerinizin önünü açmak için neler yapıyorsunuz?
Ben bu emellerime ulaştım. ABD'de, Avrupa'da, Avustralya'da sahneye çıktım. Öğrencilerimi ticari açıdan benim gibi yetiştirmemeye dikkat ediyorum. Benim gibi olmasınlar. Onlar zaten kendi kendilerine iş bulmaya başladılar, ödüller alıyorlar. Bu da benim için çok büyük bir manevi kazanç. Ama öbür türlü de olması gerektiğini düşünüyorum.
Ama zaten başarıyla para birbirine paralel olarak geliyor...
Başarıyı paradan ayrı düşünemiyorum. Ama benim yaptığım işlere bakın; kütüphane açtım ben, bedava. Yayınevim var; bütün kitapları bedava dağıtıyoruz öğrencilere, okulum var, bedava. Orhan Veli'nin şiiri gibi, "Bedava yaşıyoruz, bedava." Ama bakıyorsunuz, birkaç öğrencim yılın en iyi sanatçısı seçiliyor. Bu da her şeyin bedava olmadığını gösteriyor.
Siz nasıl para kazanıyorsunuz?
Ben de bir yerde konuşma yapıyorum, bir oyun koyuyorum sahneye, oradan da elime birkaç kuruş para geliyor, Allah bereket versin. Bu yaştan sonra zenginlik hevesiyle çalışacak değilim. Zaten okulun tapusu da vakıf olarak on öğrencinin üzerine yapılacak.
Gençlerle çalışırken ustaları da unutmuyorsunuz. Onların kaynaşmasını nasıl sağlıyorsunuz?
Şimdi bir Necdet Mahfi Ayral var, 92 yaşında. Lale Oraloğlu var, onların haklarını da teslim etmek lazım. Sonra orta kuşağın çok başarılı temsilcileri var burada. Ayşen Gruda, Levent Özdilek, Sümer Tilmaç, Nilgün Belgün. Adını sayamayacağım 35 kişiyle oyun sahneliyoruz burada. Nükhet Duru da kendi işinde belli yere gelmiş bir insan. Gerçi ben yönetmen olacağım için çok para kazanamayacağım buradan, ama sanırım izleyici mutlu olacak.
Zeki Alasya'yla da bir projeniz var..
Onunla da ortak bir dizide oynayacağız. Biliyorsun, onun da kafası pek ermez böyle işlere, bir trilyon borcu var. Demek ki ben ondan daha iyi ticaret adamıyım, hiç borcum yok!
Zeki Alasya, 'Kafamda iyi bir proje var. Müjdat'la onu iyi çekersek Oscar alırız' demişti.
Doğru. Onun kafasında bir sinema filmi var. Resmen Oscar'a oynamak istiyor. Bir de dizi var, Kandemir Konduk yazdı, Zeki yönetiyor, başrolünde ikimiz oynuyoruz. O da televizyon için bir proje, inşallah olur da, birkaç kuruş da oradan kazanırız.
Gençlerle nasıl kaynaşabiliyorsunuz?
Gençlerin hayata bakışı benim gibi değil. Herkes bu kadar ideal peşinde koşacak diye bir şey de yok zaten. Benim küçüklüğümden beri yapım bu. Yardımlaşma, dostluklar hep ön planda gelmiştir. Şimdi Yedi Kocalı Hürmüz'ü oynuyoruz, bakarsan hepsi benim kaç yıllık dostlarım. Gençlerle çalıştığımız zaman da onlarla arkadaş olmaya çalışıyorum. Gençlere önerim hepsinin birer MSM açmaları değil. Ama bizden iyi dereceyle mezun olanlar asistan oluyor, 5 yıl öğretim görevlisi oluyor ve eski okullarından para almıyorlar.
Bir de sizin mükemmeliyetçi olduğunuz söylenir...
Biraz perfeksiyonist olduğum yönünde söylentiler vardır. Bunun bana hep zararı dokundu. Her şey en iyi olacak, doğru olacak, buna imkan yok. En azından bir afiş bastırırsın, her şey güzel olur ama afişin bir kısmı baskıda koyu çıkar, o da beni deli eder!
Bundan sonra hayatınızda nelerin mükemmel olması için çalışacaksınız?
Ben önce kendimi nasıl düzeltebilirim, ona bakıyorum. Bırak mükemmelliği nasıl doğru düzgün şeyler yapabilirim diye bakıyorum. Türkiye'de iş yaptığınızda her şeyin mükemmel olması mümkün değil. Ya bir spot ışığı patlar tiyatroda, ya bir arkadaş antre kaçırır, mutlaka hata olur. Biz bunların hepsini en az hataya indirmek için uğraşıyoruz.