|
|
Kapadokya bebeği
"Buraları sevmek, bir şeyler vermektir insanına. Beni alsan, hem bu toz bulutlu şehri kendi evine götürürsün, hem kimbilir belki de bir daha hiç görmeyeceğin bir teyzenin geçimine yardımcı olursun. Soru sormakla bitmiyor ki yaşam, marifet cevapları birlikte verebilmekte..."
Başımın üstünde uçup duran güvercinlerin kanat sesleri, başının üstünde eğreti şapkasıyla karşıma dikilen peri bacasının asırlık duvarında yankılanıyor. Gökyüzü çok mavi, yollar çok tenha.
Uzakta, Erciyes'te bir heybet, bir heybet.
Asfaltın yanından uzanan, minik karton ele veriyorum ellerimi. Allı pullu şalvarı, boncuk bezenmiş mintanı değil, karton yüzündeki belirsiz gülümseyişi yerleşiyor beynime.
Yalnız ve sessiz. Tıpkı yaratıldığı mekan gibi Kapadokya Bebeği...
Nadire Teyze anlatıyor, ben dinliyorum:
"Evlerde kendi mintanlarımızı dikerdik ya, yıllarca aklımız da, elimiz de boşa geçirmiş zamanı. Okumak da yok çoğumuzda. Konuş konuş. Ne anlatırsın ki bir ömür?"
"Birileri mi gösterdi, öğretti Kapadokya Bebeği'ni yapmayı?"
"Buralar turistik yerler. Çok önceden beri satar dururuz bu bebekleri. Yapması biraz zahmetli. Çoğu İstanbul'dan gelir. Bazılarını da biz dikeriz. Şimdi kendimiz dikince de kârı cebimize kalıyor. Tek iyiliği de burada. Şu kartondan yaptığımız bebekler bize hayat veriyor. Akşam eve giderken az da olsa cebimizde para oluyor."
Attığım her adım yerden toz bulutu kaldırıyor. Kuru ve sıcak havadan kaçmak için Sabiha Teyze'nin tezgahının yanına ilişiyorum. Arada bir geçen arabalar, kamyonlar da olmasa, sesimiz sanki Erciyes'ten yankılanacak. Tezgâhın başı kalabalık. Sabiha Teyze'nin hısımları ziyaretteler. O tezgâhın üstü, iğne oyalarıyla, tığ işleriyle dolu..
Sohbet koyu.
"Buralarda kış yaman geçer. Odunla, yün ısıtır bizi. Eee, köylük yerler, geceler de uzundur. Gece televizyonun başında, çay içer iş öreriz. Bir film varsa televizyonda pek güzel olur hani."
"Kimin filmini istersiniz en çok?"
"Farketmez ya, Türkan Şoray'ı severiz, beğeniriz. Hele o bizim buraları oynarsa pek güzel olur."
"O zaman mı örüyorsunuz, sehpa örtülerini?"
"Bak sana ne diyeyim... Bir film oynar ya, başlasın bitsin, benim de sehpa örtüm bitmiş olur. O kadar elim tezdir, örnekleri ezberimdedir. Ama satarken tıkanır kalırım."
"Neden, müşteri mi yok?"
"Gelen geçen, eller, bakar. Bir sürü soru sorar. Türk turist pek almaz zaten. Yabancı da rehberden kurtulup buraya gelmez. Yol üstü ya, şöyle bir durup resim çekerler. 'Çekeceğine al' demek gerekir de onu da söylemeyi biz bilmeyiz."
Film başlar, film biter Kapadokya'da. Tığlar işler, örtüler biter. Kimbilir belki Türkan Sultan sevdiğine kavuşur da gönüllere hoşluk düşer. Demliklerde çay biter.
Bir yapma bebekler bitmez tezgahlardaki...
Tığ işleri çoğu zaman kavuşmaz sehpalara...
"Atlar Diyarı" denen Kapadokya'da, gün biter. Günün sessizliği geceye taşınır. Gün boyu, telaş yoktur, koşturmaca yoktur. Güneş peri bacalarının şapkasıyla selamlarken sizi, güvercinlerin kanat sesleri yankılanır.
Yüzünde, hüzünlü gülümsemesiyle, karton suratlı, karton elli bebek dillenir birden...
Sizi şaşırtır:
"Buraları sevmek, bir şeyler vermektir insanına. Beni alsan, hem bu toz bulutlu şehri kendi evine götürürsün, hem kimbilir belki de bir daha hiç görmeyeceğin bir teyzenin geçimine yardımcı olursun. Soru sormakla bitmiyor ki yaşam, marifet cevapları birlikte verebilmekte..."
Asfaltın yanından uzanan, minik karton ele veriyorum elimi. Allı pullu şalvarı, boncuk bezenmiş mintanıyla, İstanbul'un yolunu tutuyoruz.
|
Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır
|