kapat

01.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Haremde mutlu olunmaz!
Harem'de yaşamak bir ayrıcalık, bir şans, yoksa sonu olmayan bir tutsaklık mı? Yönetmenin gördüğü gözle harem bir kadınlar üniversitesi mi, yoksa eziyet, esaret içinde yaşadıkları, köle gibi çalıştıkları bir yer mi? Kuşkusuz ikincisi.

Harem Suare filminden yola çıkarak başlattığımız, "Harem tartışması" sürüyor. Harem yaşantısının "tutsaklık" boyutunu görmezden gelen filme yönelik eleştirilerde Harem'i "kölelik" olarak görenlerin yanı sıra, o günün koşulları içinde değerlendirenler de var.

Bazıları da, günümüz kadınlarının durumunun, Harem'de tutsak edilmekten pek farklı olmadığını düşünüyor.

Şu bir gerçek ki, kadınların özgürlüklerini kısıtlayıcı, onları her an 'sunuma hazır mal' durumunda bırakan Harem yaşantısı, Harem Suare'de imrenilecek bir ortam gibi anlatılıyor.

Oysa Harem'de yaşayanların belli bir 'kalite' çizgisinde olmaları da, Sultan'a layık olabilme kaygısından başka bir sebebe dayanmıyor. Oturma adabından konuşmaya, müzikten giyime en iyi eğitimlerden geçmeleri, onların tutsak olmalarını engellemiyor...

Tabii bu arada aşık olacakları biriyle karşılaşma olasılıklarının sıfıra yakın olması ve hayatlarının sonuna kadar belki de kendilerini odalık olarak hiç "sevmeyecek" olan Sultan'ı beklemeleri ve bu uğurda hayatlarını kapalı kapılar ardında geçirmeleri de cabası...

Sultan'a aşık olup, tek kadın olma "ihtirası" ile çırpınanların da sonu hiç iç açıcı değil. Aşık olmak da suç, olmamak da...

'Kadınlar üniversitesi'
Ferzan Özpetek (Filmin yönetmeni)

BUGÜN hâlâ Türkiye'nin bir benzerini oluşturamadığı, Doğu'yla Batı'nın çok uyumlu bir şekilde harmanlandığı bir yer Harem.

Kadınlar yabancı terzilere, Avrupa” bir giyime sahipler, Fransızca konuşuyor, piyano çalıyorlar; aynı zamanda da başlarını örtüyor, namaz kılıyorlar. Müslümanlığın gereklerini harfiyen yerine getiriyorlar. Türk geleneklerini, Osmanlı adetlerini yaşıyorlar. Bunlarla birlikte kültüre açık, evrensel değerlere sahip olduklarını görüyoruz. Bu, bugün Türkiye'de yok.

Yaptığımız araştırmalar, Harem'de çekilen fotoğraflar sonucu, bambaşka bir Harem çıktı karşıma... Bir kadınlar üniversitesi...

Ben İtalya'da kime sorduysam, hep çıplak uzanmış, Sultan'ı bekleyen kadınlar geliyordu insanların aklına. 'Ooh, Sultan yaşadı, haremi var,' diye... Böyle bir şey yok. Konunun bu yanları çok ilgimi çekti, çok kapıldım anlayacağınız.

"Sistemin bir gereği"
Ayla Algan (Sanatçı / Valide Sultan'ı canlandırıyor)

Harem'i yatılı bir okul gibi düşünürsek; anne-babalar kendi elleriyle götürüyorlar... Harem dağılınca çoluk-çocuk ortada kalıyor, kötü yola sapmalar da oluyor.

Müdürü gitmiş bir okulun ortada kalmış çocukları gibi, korumasız kaldılar. Kendi hayatlarını sürdürmeyi de bilmiyorlardı. Kimisi ailesinin yanına döndü, kimisi kötü yola düştü...

Harem'i, o devrenin bir kadınlar okulu gibi görmek lâzım. Resmi bir şey çünkü... Anne-babalar çıkar yol olarak götürüyorlardı. Zamanın ekonomik sistemi bunu gerektiriyordu. Sultan olup idareyi ele alma ümitleri vardı.

Eleştireceksek, o devreyi, bütün sistemi eleştirmek lâzım. O düzen içinde düşünmemiz, kendimizi onların yerine koymamız lâzım. Tarihi olaylara empatiyle, yani kendini onların yerine koyarak bakmak gerekiyor. Duyguyla bakmak yerine, durumun içine girip, akıl ve duyguyla o durumu anlamak...

"Anlamak mümkün değil"
Tunca Arslan (Film eleştirmeni)

Ferzan Özpetek kolay 'büyülenen' bir sinemacı. Hamam'dan sonra bu kez de Osmanlı hareminin büyüleyiciliği ve Abdülhamit'in İtalyan kökenli gözdesi Safiye'nin yaşadıkları var karşımızda. Her iki mekân da dış dünyadan yalıtılmışlıkları içinde, kahramanlarını tutsaklaştırdığı ölçüde büyük değer kazanıyor Özpetek'in gözünde.

Özpetek neredeyse bir 'eko-sistem' olarak bakıyor Harem'e.

Avrupa” giyinen, piyano çalan o kadınların birer köle olduklarını neden söylemiyor; 'Büyük adam' dediği, hayranlık beslediği Abdülhamit'in, kadınların 'sahibi' olduğunu nasıl oluyor da dile getirmiyor, anlamak mümkün değil.

Cariyelerin kaderi
Zülfü Livaneli'nin iktidar, aşk, şiddet ve cinsellik tutkularını irdeleyen, "Engereğin Gözündeki Kamaşma" adlı kitabında, Harem yaşamına dair ilginç anlatımlar yer alıyor...

"... Harem-i Humayu'nda korkuya kapılan cariyelerin ağlamaları sürüyordu. Padişahın kaderinden çok, içine düştükleri dehşet duygusundan ağladıklarını biliyordum. Yürekleri dağlanıyordu.

Ne olacaktı şimdi? Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, nasıl adi bir cariye gibi hapsedilirdi? Cariyeler, Padişah Efendimiz'in gözüne çarpar da yatağında geçirdikleri üç-beş saat sonunda bir erkek çocukla meyvelenirse, talihleri değişiyordu...."

"... Yeni büyük vezir, sarı sakallı, mavi gözlü bir Sırp. Kömür rengi çocuğun İstanbul'daki saray hayatı ağır bir çalışma ve eğitim düzeniyle başlamış ve uyum sağlamanın ışıltılı bıçağıyla, geçmişine ait ne varsa kazınıp çıkarılmış, yerine İslami kurallar, Arapça, Farsça, Türkçe, Latince ve Yunanca gibi diller, şiirler ve meseller doldurulmuştu. Harem'de bunların hiçbiri işe yaramazdı ki..."

COSTA GAVRAS, 3.3.1998, PARIS
"Kitabı merakla ve son sayfasına kadar eksilmeyen bir zevkle okudum. İnsanın düşsel, zalim ve bazen de umutsuz bir dünyayı keşfetmesini sağlıyor. Filmlerde romantik bir biçimde gösterilen harem evrenini ve genç kadınların yaşadığı hapis hayatını hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir gerçeklikle betimliyor."


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır