kapat

05.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
TEVFİK YENER(tyener@sabah.com.tr )


Selda Alkor'un dedesi kimi öldürdü? Ve de...

Zarif kadın kömür tozlarını kızının yüzüne sürüyordu. Dört çocuğu da kömürcü çırağına benzemiş, çocuklarının güzelliğini örtebilmişti.

Yunanlı çavuş ve emrindeki süvari mangası atlarının üstünde sabırla bekliyordu.

Kızlar küçüktü, ama vücutları erken gelişmişti. Başlarına "bir iş" gelmesin diye hem kömüre bulamış, hem erkek elbiseleri giydirmişti.

Çocukları kağnıya bindirip eşyaların altına gizledi. Yunanlı çavuşa "-Gidebiliriz" dedi Rumca.

Kafasını çıkaran kızını payladı: "-Çabuk gizlen Şadiye!.."

Şadiye sindi. Yüzü kömüre bulanmış o küçük kız, yıllar sonra annem olacaktı.

Neydi bu hikaye peki?

***

Kadının güzelliği İstanbul'da dillere destandı. Ona "Efimiya" derlerdi ki, Afrodit'i bile kıskandırırdı. Rum dilberi Efimiya'nın tek erkeği vardı: Hrisantos. O herifin kadınına kimse yan gözle bakamazdı. Çünkü "Hrisantos nam kefere" şehri titretiyordu. İstanbullu müslümanlara bela olmuştu.

1920 yılıydı. İşgal zamanı Yunan bayrağı çeken Tatavla Rumları: "-İstanbul bizim olsun" diyorlardı. Hrisantos'u işgalciler şımartmıştı. Zevk için adam öldürüyordu. 13'ü polis, 21 kişinin canını almıştı.

Hrisantos'un annesi, bugünkü Beyoğlu Peremeci Sokak'ta genelev işletiyordu. Her türlü cinsel ilişkinin tutkunu olan sapık Hrisantos, erkeklere pasif, kadınlara aktifti.

7 Eylül 1920'de, Tatavla(bugünkü Kurtuluş) Direkçibaşı Sokağı'ndaki evden silah sesleri geldi. Tak, tak, tak!..

Komiser Muavini Muharrem bey inanılmazı başarmıştı. 13 polisin katili Hrisantos'u öldürmüştü.

O komiserin, kendisine çok benzeyen torunu geleceğin sinema yıldızı olacaktı.

Hrisantos'un öldürülmesinden 48 yıl sonra 1968'in yazı. Muhabir arkadaşa güveniyorum ve bir habere geçit veriyorum: Selda Alkor yuhalandı!..

Sinemadan sahneye geçen süper yıldız Selda Alkor gala gecesi yuhalanmış. Böyle haberi atlayamazsın.

Ertesi gün bir gümbürtü. Selda Alkor'un film yapımcıları kıyameti koparıyor. Aslında Selda Alkor yuhalanmamış. Ayakta alkışlanmış.

İşin esası şöyleymiş: Selda Alkor'un sahneye çıktığı gazino Aksaray'da. O sıra yine Aksaray Gar Gazinosu'nda rahmetli Sevim Tuna solist. Bizim muhabir Sevim Tuna'yı severmiş meğerse... Selda Alkor'u yıpratmak istemiş.

Selda Alkor hanımefendice davranıp sesini çıkarmayınca ben utandım.

Selda Alkor'un ailesinde birisi vardı ki, köklü terbiyesinin kaynağını ortaya koyuyordu: Hrisantos'u öldürerek tarihe geçen, hayatı filmlere konu olan Muharrem (Alkor) dedesiydi.

Hrisantos'un öldürüldüğü ünlü Tatavla(*) neresiydi? Bugünkü İstanbul'un Kurtuluş semti.

Öylesine içiçe geçmiş ki Türkler ile Rumlar.

Her iki taraftan çok kişinin sülalesi bundan acı-tatlı nasibini almış. Aynen benim ailem gibi..

Osmanlı Donanması, Kanuni döneminde Venedik gemilerini vurup esir getirirmiş İstanbul'a... Çoğu usta gemici Rum korsanlar. Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırmışlar. Kasımpaşa'nın ötesindeki boş araziye yerleşmişler. İşte orası Tatavla olmuş.

Osmanlı gemileri, korsan Rumları İstanbul'a getirirken bir yandan da benim köklerim gibi çok Türk aileyi götürmüş Ege Adaları'na... Bir dostluk ve düşmanlık başlamış.

Türkler; Ege Adaları'nda, Rumlar Tatavla'da çoğalmış. 20.000 nüfus olmuşlar. İstanbul'un ilk spor kulübü İraklis'i kurmuşlar 6 Nisan 1896'da... Bu kulüp halen faaliyette.

Rumlar-Türkler evlenmişler. Kara sevdalara düşmüşler ki, din, ırk, dil dinlememişler. Yüzyıllar geçmiş böylece.

...Ve bir gün vurmuşlar Giritli Rum çobanı... Son sözleri "Mehmet Ali..." olmuş. "Mehmet Ali" dedemin adı. Çobanın öldüğü yer evinin yanı.

-Kaç Mehmet Ali!.., demişler. Dedem "-Ben öldürmedim ki..." demiş. "Kaç" demişler "Rumlar seni de, sülaleni de artık yaşatmaz!.."

O sırada, Osmanlı, Girit'i yitirmiş üstelik. Ağustos 1913'te Yunan'a geçmiş ada... Topyekün göçmüş bizimkiler. İzmir'e, Bornova'ya, Ayvalık'a, Çanakkale'ye dağılmışlar. Bir kısmı da 200 küsur yıl sonra yeniden İstanbul'a...

Osmanlı çöküyor o sıralar. Birinci Dünya Savaşı 1914. Mağlup oluyor ve bitiyor Osmanlı. Dünya tersine dönüyor, bu defa Yunanlılar Türk topraklarını istilaya geliyor. Ve Kurtuluş Savaşı başlıyor.

-Sen casussun!...

Yunanlılar dedemi tutukluyor. Biga'dan Ankara'ya telgrafla bilgi aktardığından... Alıp götürüyorlar. Eşi Hatice hanım (yani anneannem) ve dört çocuğu geride kalıyor. Yapayalnız Yunan işgalinde ve de casusun ailesi olarak.

Ailenin geri kalanı İstanbul'da... Şimdi ne olacak? Yerli Rumlar bir bahane bulup eziyet ediyor Türk komşularına.

Anneannem Hatice hanım gidiyor Yunanlı işgal komutanına, Rumcası mükemmel: "-Dört çocuğumla ortada kaldım. İzin verin İstanbul'a gidelim." diyor umutsuzca. Komutan şimdi küfür edip onu kovacaktır.

Komutanın cevabı anneannemi şaşırtıyor: "-Pekala" diyor ve ekliyor: "-Yollarda eşkiya var, sizi keserler. Yanınıza bir müfreze vereceğim" Aman yarabbi!.. Anneannem kulaklarına inanamıyor. Demek insanlık ölmemiş. Çanakale'ye gitmeliler, oradan vapurla İstanbul'a.

İşte o gece, anneannem çocuklarının yüzüne kömür sürüyor, eşkiya ırzlarına geçmesin diye... Yola koyuluyorlar. Titriyorlar korkudan öküz arabasının üstünde. Bir hafta önce aynı yoldan giden genç Biga Mal Müdürü'nü eşkiya hem soymuş, hem de annesinin gözü önünde zevk için boğazını kesmiş.

Çanakkale'ye sabah varıyorlar belasız. Onları koruyan Yunanlı süvariler vedalaşıp dönüyor.

Sonuçta İstanbul'a varıyorlar. Ama dedeme ne oldu? Kurşuna mı dizdiler? Hayır. Yunanistan'da hapiste... Epey işkence görüyor. Sonra Edremit'e gönderiyorlar. Zindanda yatıyor. Bir mermi sıkacaklar kafasına yakında. Casuslar mutlaka öldürülür.

Parmaklıkların arasından bakıyor bir gün. Edremit'in Yunanlı komutanını görüyor. Nöbetçiye bağırıyor:

-Beni komutana götür.

Asker tersliyor:

-Hastir vire pezevenk!.. Komutan seni ne yapsın.

Israr ediyor. Götürüyorlar. Dedem kapıdan girer girmez komutan bağırıyor:

-Mehmet Ali!..

Sarılıyorlar. Meğerse; Girit'ten sınıf arkadaşıymış. Gözler doluyor, tekrar tekrar kucaklaşıyorlar. Komutan soruyor:

-Hapiste ne işin var?

-Casusluktan tuttu sizinkiler..

Komutan dedeme "-Kaçmayacağına şeref sözü ver" diyor. O zamanlar şeref sözü gerçekten "şeref sözü". Asla dönülmüyor. "Söz" diyen dedemi, komutan serbest bırakıyor. Edremit'te yatacak yer, yiyecek lokanta gösteriyor. Hapisten kurtuluyor dedem.

Bir gece Yunan kaçıyor.

Sabah davul zurna sesleri. Demirci Mehmet Efe girmiş Edremit'e... Heee, heeeyyyt!... Millet sevinçle oynuyor. Meydanda duruyor Demirci Efe. Dedem de yanında. Tam o sırada bir Edremitli fırlıyor. Dedemi işaret ediyor ve Demirci Efe'ye "-Bu işbirlikçidir. Yunanlı komutan bunu bedavadan yedirir, içirirdi..." diyor. Demirci Efe hiç düşünmeden "-Asın bu haini!.." demez mi? Yapışıyorlar kollarına... Dedem feryat ediyor:

"-Dur yahu efe!.. Beni Ankara'ya sor. Ben Telgrafçı Mehmet Ali'yim."

Ankara'ya telgraflar, şifreler, parolalar vs. Ankara'dan mesaj geliyor: "-Sakın ha asmayın!.. Adamımızdır". Dedem, Demirci Mehmet Efe ile sarmaş dolaş, vedalaşıyor.

Anneannem, gözleri dalgın, Büyükada Nizam'dan denize bakıyor, maviyi görmüyor bile... Yokuş yukarı bir adam çıkıyor. "Ne kadar Mehmet Ali'me benziyor" diyor. Sonradan annem olacak kızı Şadiye adama koşuyor:

-Babam geldi anne. Ölmemiş..., diye bağırıyor.

Annem, aileyi hayata döndüren o iki Yunanlı subaya halâ dualar eder "Ruhları şadolsun" diyerek. 1920'li yıllardan beri...

1999 yılında Yunanlıların deprem göçüğünden kurtardığı Türk kızı da, sanırım annemin duygularını taşıyordur. Bir canı kurtarmanın sevinciyle ağlayan Yunanlı gencin gözyaşları unutulmayacak...

Harmandallı, sirtaki ile, aşk ve nefretle ve de kopamadan içiçe geçmişiz. Deprem bile itiyor toprağı, tabiat yaklaştırıyor komşuları "akıllanın artık" diyerek.

İnsanlarda tek sıcak kanun

Öpücüklerden insan yapmalarıdır

İnsanlarda tek güzel kanun,

Suyu ışık yapmaları,

Düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep varolan kanunlardır bunlar,

Bir çocukcağızın ta yüreğinden başlar,

Yayılır, genişler, uzar gider

Ta akla kadar. (**)

(*)Tatavla/Orhan Türker, (**)Eluard/A.Kadir

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır