kapat

05.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Şoktan sonra.. İki..

İstanbul'da yaşayan Romancı Maureen Freely'nin deprem sonrası izlenimlerinin ilk bölümünü dün sunmuştum.. Bugün ikinci ve son bölüm..

İstanbul'daki hasarın havadan görünüşü ekranlara geldiği zaman, birden kızkardeşimin geceyi depremin en kötü vurduğu bölgelerden birinde geçirdiğini anladım. Kardeşim, Marmara Bölgesi'nde yeni kurulmuş bir yerleşim yerindeki ilk okulun müdürüydü. Orada bir öğretmen arkadaşı ile kalıyordu. Bölgeye giden bütün yollar kesilmişti.

Ancak akşama doğru hayatta ve emniyette olduğunu öğrenebildik. Hepsi o kadar.. 20 katlı bir apartmanın üçüncü katında yaşıyordu. Evleri Avcılar bölgesinde yıkılan bütün binalar gibi, yumuşak toprak üzerine inşa edilmişti.

Arkadaşı ve o, gece tavandan üzerlerine kocaman sıva parçaları düşerken uyanmışlar. Devrilen dolaplar manzaranın devamı olmuş.. Duvarlar çatlıyormuş. Kızkardeşim panik içinde pencereden atlamaya çalışırken, arkadaşı "Ben atlamam" diye direnince, birlikte merdivenleri denemeye karar vermişler. İlk artçıl deprem yeniden salladığında kaldırımın kenarında oturuyorlarmış. Salıncakta gibi sallanmışlar.. Giderek dışarı uğrayanlarla sokak kalabalıklaşınca, ilk kez giyeceklerinin çok hafif olduğunu fark etmişler.

Bir grup genç yanlarından geçerken içlerinden biri "Şunlara bak nasıl sallanıyor" deyince, arkadaşı dönüp delikanlının suratına bir yumruk atmak istemiş.. Zannetmişki delikanlı göğüslerine laf atıyor.. Oysa çocuk binaları işaret ediyormuş arkadaşlarına..

Kendi kendilerine gülmüşler. Bu gülüş onları biraz rahatlatmış. Ama güneş ışıyıp da okullarına gidince gülecek pek fazla şeyin kalmadığını görmüşler.

Bir gün evvel okulun yeni oyun bahçesini kazan buldozerler, şimdi komşu sokaklarda enkaz altında kalanları kurtarmak için çalışıyorlarmış.

Yeni dolapları boyayan adam da yokmuş ortada.. O da enkaz altında kalanları mı kurtarıyormuş, yoksa enkaz altında kurtarılmayı mı bekliyormuş, Allah bilir.

İşte depremden sonra hayat bu..

Ötesini kimseler bilmiyor. Depremden sonra ayakta kalan binalar ne derece güvenilir?. Yeni bir şokta bunlar da devrilir mi?.. Kentin yarısındaki insanlar öbür yarısındaki sevdikleri ve tanıdıklarının hayatlarından haber alamıyorlar.

Erkek kardeşimin, kız arkadaşının izini bulması iki gün aldı.

Siz buna bir dev hapishanede yaşamak da diyebilirsiniz.. Her şey size çok garip geliyor.. Televizyonu açıyorsunuz, bir grup insan, beton yığınlarının altından, çıplak ellerle komşularını çıkarıyor.. İçinizden arabaya atlayıp onlara yardıma gitmek geliyor. Sonra haberler alıyorsunuz.. Herkes oraya koştuğu için trafik tıkalı ve hasar yörelerine yığılan kalabalıklar kurtarma çabalarını yavaşlatıyor, hatta engelliyor.

Acele kan arandığını haber veriyorlar.. Nereye müracaat etmeniz gerektiğini söyleyen yok, adres gösteren yok..

Hastaneler müracaat kabul etmiyor, çünkü kanı depolayacak yerleri yok.

Bir radyo, kurtarma çalışmaları için gelen yabancı gurupların tercümana ihtiyacı olduğunu anons ediyor. Radyoyu arıyorsunuz. Kız sadece adınızı alıyor, "Yapacak başka şey yok şimdilik, çünkü kriz masalarına ulaşamıyorum" diyor.

Dışarda yolda bir ambülans sesi.. Tepenizde bir helikopter.. Birkaç dakika derin bir sessizlik.. Sonra bir kadın çığlığı.. Öğreniyorsunuz ki, bir yakınını kaybettiği haberini almış o an..

Hala yerinizde beklerken bir müezzin insanları camiye çağırıyor. Bu defa ibadet değil, cenaze namazı kılmak için..

Bir alışveriş listesi yapıyorsunuz. Çünkü evde yiyecek hiçbir şey yok.. Ama markete vardığınızda hayat normal devam ediyormuş gibi davrandığınız için kendinizi hain gibi hissediyorsunuz.. Markete gelen ötekiler de ayni şeyleri hissediyor olmalılar ki, herkes gözlerini birbirinden kaçırıyor. Kimse kimsenin gözlerine bakamıyor.

Ertesi gece boş bir alanda toplanıp arkadaşlarınızla konuşuyorsunuz.. Onlar yaşam ve ölümden bahsediyorlar. Siz onlara deprem sabahını anlatıyorsunuz. Alan giderek kalabalıklaşıyor.

Onlara üçüncü sabahı anlatıyorsunuz.. Onlar size soruyorlar:

"Bu depreme nasıl böyle gafil yakalandık?.. Niye hiç hazırlık yoktu?. Hükümet niye çok geç ve çok yavaş davrandı?. Bir depremde jöleye dönecek topraklar üzerinde bu kadar yüksek binalar yapılmasına devlet nasıl izin verdi?.."

Yanıtı kendileri veriyorlar..

"Memleketimden utanıyorum.."

Bu sıralar en çok duyduğunuz laf bu..

Bize yakın herkesle haberleşme imkanı kurabilmemiz 48 saat alıyor. Şimdi hepimiz gene biraradayız, ama mutlu olmayı hakketmedik. Enkaz altındakilerin yüzleri ve isimleri durmadan karşımıza çıkıyor.

Kızkardeşim, deprem bölgesine giden bir otobüste yer buluyor.. "Eğer bir kişiyi canlı çıkarabilirsem, çok iyi bir şeyler yaptığımı hissedeceğim" diyor.

Bana gelince..

Kendimi tümüyle beş para etmez hissediyorum. Gayet iyi hissediyoruz ki o anda işe yarar bir şey yapmamız imkansız..

Enkaz yığınları ve TV kameraları arasında, hayatta kaldığımızdan utanıyoruz sanki!..

Deprem sonrası önlemler
Depremin şoku yavaş yavaş dağılırken şimdi herkes bir yandan yıkılanları geri getirmek için kaynak yaratmaya, diğer yandan da bir daha bu durumlara düşmemek için alınacak tedbirleri bulmaya çalışıyor. Her şeyi AKUT'tan beklemek olmaz diye düşündük ve HAKUT (Hakan/Utku) olarak bir dizi öneri de biz ürettik:

Demirel'in Aile Fotoğrafı'na girenlerden fotoğrafın tab ücreti olarak 1'er milyar dolar alınsın.

Saçmalayan Sağlık Bakanı'ndan kelime başına "Zırva Vergisi", sadece konuşup bunun dışında bir şey yapmayan diğer politikacılardan da "Atma Değer" vergisi alınsın.

AKUT parti kursun. Nasuh Mahruki zirveye tırmanıp Çankaya Köşkü'ne otursun. En azından "Allah'la pazarlık olmaz" deyip aile fotoğrafı çektirmez.

Kusurlu görülen müteahhitler ENKAZisyon mahkemelerinde yargılansın. Suçlu bulunanlar enkaz altında bırakılsın. Bu iş için "Müteahhitlerin başına bir tuğla da siz koyun" kampanyası düzenlenerek halktan destek alınsın.

"İstanbul'u evliyalar koruyor" açıklamaları ciddiye alınsın. Türbeler ve mezarlıklar elden geçirilsin. Depremle mücadelede yolun bundan sonrasına yatır sırtında devam edileceği gerçeği kabul edilsin.

Yıkılan binalara zamanında onca eksiğine rağmen onay vermek için rüşvet yiyenler toplatılsın. Hepsine müneccim boku yedirilsin. Böylece bir sonraki depremi önceden tespit etme şansımız artırılsın.

Depremden beri en az beş yaş ihtiyarlayan Profesör Işıkara biraz ara verip dinlensin. Zira depremden içimizde en çok anlayan adam o. Abuk sabuk her soruya cevap vereceğim derken göz göre göre medya mağduru olup giderse ilerde Işıkara'nın yerini doldurmak için ışık aramak da var.

Deprem sonrası yardımımıza koşmayıp yıllardır düşman bildiğimiz Yunanistan kadar bile olamayan Arap yarımadasına ücretsiz kına yollansın. Araplar ümmet diye şirin göstermeye çalışıp, bize illet olduklarını görmek işlerine gelmeyen ülkedeki geri kafalılar da kınayla birlikte Araplara yollanıp kınanın yakılmasına yardım etmeleri sağlansın.

Bir zamanlar milyonların umudu olan Karaoğlan, deprem ve af yasalarından sonra "Kara kara düşünen oğlan" haline geldi. "Sanmıyorum.. Zannetmiyorum"dan başka da laf edemez oldu. Olanları ilerlemiş yaşıyla hazmedememesi doğal. Acilen bir maden suyu fonu oluşturularak tüm geliri Başbakanlık Bütçesi'ne aktarılsın.

Hakan/Utku

BİZİM DUVAR
Deprem bölgesinde ölüler kokmaya başlamış.. Laf mı?.. Ankara'da yaşayanlar kokuyor ne zamandır da, bir şey olduğu var mı?..

Hakan & Utku

Dize...
Ey Anadolu ne olur sallama artık şu beşiği..

Biz zaten yıllardır derin uykudayız!..

Necmettin Ersoy da iki satır göndermiş bana..

Sevgili Ersoy.. Biz sallanmadan uyanmıyoruz ki!..

SEVDİĞİM LAFLAR
Kendi kendini kontrol edebilen beynin sahibine entelektüel denir.

Anonim

Pazar Neşesi
Fıkramız yeni değil bir klasik.. Ama güne öyle cuk oturuyor ki, nakletmeden edemedik..

Cennet ile cehennem arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine karar verilmiş.. Nasıl gelişecek.. Arada koca bir uçurum var..

Yukardan emir gelmiş..

"Bir köprü yapılsın. Bu köprünün yarısını cennet, yarısını cehennem inşa etsin.."

Cehennem tarafı bir haftada köprünün kendisine düşen yarısını inşa etmiş.. Ama cennetten tık yok.. Beklemişler, beklemişler.. Bir ay geçince, faks çekmişler cennete..

"Nerede köprünün size düşen yarısı?.. Biz bize düşen yarıyı inşa edeli bir ay oldu nerdeyse.. Daha ne kadar bekleyeceğiz?"

Cennetten yanıt gelmiş:

"Boşuna beklemeyin.. Bizde hiç müteahhit yok ki!.."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır