kapat

05.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Yeter artık, çok öğrendik

Hiçbir bilim adamının, profesörün, uzmanın iyiniyetinden şüphe etmiyoruz, ama artık "yeter" demek geliyor içimden. Depremin üzerinden tam üç hafta geçti ve ilk günden beri "İstanbul'un deprem riski taşıdığı, her an yeni bir deprem olabileceği" bilimsel olarak açıklanıyor.

Her gece, her kanalda ekrana çıkan bir uzman artık okuma yazma bilmeyenlerin bile ezberleği "fay hattı" haritaları üzerinde görüşlerini açıklıyorlar. Doğal olarak bilimsel açıdan kesin hiçbir şey söylenemeyeceği için milyonlarca insan yatışacağı yerde daha da geriliyor.

Önceki gece Siyaset Meydanı'nda da bilimsel tahminler 5 saat boyunca tartışıldı. Bilemiyorum neden, herkesin merakla beklediği bu program gece yarısından sonra başladı. Ali Kırca programı tanıtırken "artık nokta koyalım, insanlarımızın içindeki deprem korkusunu atalım" dedi.

Ancak tam tersi oldu. Bilim adamlarının bilgi bombardımanı sonucu sadece İstanbullular değil, Türkiye'nin her tarafında yaşayanlar daha derin bir endişeye kapıldılar.

Çünkü uzmanlarımızın teoriler konusunda kendi aralarında anlaşamadıkları hatta karşı tezi çürütmek için çaba harcadıkları izlenimi edindim. Bir uzman "Çok uzun süre İstanbul'da deprem olmaz" derken, buna karşı çıkan diğeri "Gölcük'teki gibi olsun, o zaman görürüm ben o 25 katlı binaları" diyordu.

Başta da dediğim gibi, bu açıklamalarda kötü niyet aramıyorum, herkes uyarı görevini yapmak istiyor. Ama bu uyarılar halkı içinden çıkılmaz çelişkilere sokuyor.

O halde, belki de televizyonlarda "bilimsel açıklamalar" yapmayı bir süre ertelemeliyiz. Bilimsel çalışmalar sadece konunun uzmanları arasında yapılmalı, tahmin ve saptamalar resmiyet kazanmalı, devlet alınacak önlemleri belirlemeli, otoriteyi sağlamalı ve ondan sonra da iradesini kullanarak gereğini yapmalı.

İyiniyet bulamadıklarım
Bilim adamlarının açıklamalarının iyiniyetli olduğunu söylemekle birlikte bazıları için içimde kuşkular doğmaya başladı. Çünkü bazı tartışmalarda bilim adamlarının kendi aralarındaki çekişmeyi de su yüzüne çıkardıklarını görüyoruz. Bu bilimsel çekişme ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor.

Örneğin gökdelenlere karşı olduğu bilinen bazı uzmanlar bu binaların yıkılacağını ima ediyor.

Bazıları kısa süre sonra ticari kazanç haline getirebilecekleri önerileri deprem uyarısı olarak anlatıyor.

Arazi mafyasının da İstanbul'da bazı bölgeleri çok ucuz bazı bölgeleri aşırı pahalı hale getirmek istediğinden ve bilim adamlarının açıklamalarını istismar ettiklerinden şüpheleniyorum.

Deprem sonrası yaraları sarmak için önerilen konut projelerinin de bazı fırsatçıların iştahını kabarttığını söylemeye bile gerek yok herhalde.

Bu da hurafe gibi olmuyor mu?

Deprem konusunda yayılan hurafelere haklı olarak kızıyoruz. Çünkü bunlar halkı paniğe sürüklüyor. İşin cabası, bir de bundan yarar sağlayanlar türüyor.

Ancak, bir konuya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Zaman zaman "iyiniyetle" yapılan bazı uyarıların da "hurafe" niteliği taşıdığını ve halkı derinden etkilediğini söylemek gerek.

Örneğin İstanbul'da "semtlere göre risk bölgelerini" sıralamak ne derece doğru acaba?

İnsanların binbir emek ve umutla kavuştukları bir yaşamı, hiçbir temele dayanmadan yerle bir etmeyi göze almak da bir tür "hurafe" değil mi?

Bugün, canlı yayınlarda söyleniveren bir cümle yüzünden evinden barkından olan ya da bunun korkusunu yaşayan milyonlarca İstanbullu var. Bazı bölgelerde ev fiyatlarının anormal düşmesi, bazı bölgelerde ise anormal yükselmesi bu tür "hurafelerin" sonucu değil mi?

En büyük depreme bile dayanacak güçte inşa edilen binlerce konutta oturan ve işyerinde çalışan milyonlarca insan için "bu bölge yıkılabilir" bilimsel açıklaması ile "denizin sıcaklığı 45 dereceye yükseldi" söylentisi arasında ne fark var? Halk ikisinde de panikliyor ve normal dışı davranışlara yöneliyor.

Kurtuluş günleri
Eylül ayı özellikle Batı bölgelerindeki illerimizin "Kurtuluş Günleri" ile dolu. En önemli gün ise 9 Eylül, yani İzmir'in Kurtuluşu. Her yıl bu Kurtuluş Günleri'nde kentlerde büyük törenler düzenlenir, temsili kuvvetler kenti kurtarır, Yunan bayrakları indirilip yırtılır.

Diyorum ki, bu yıl Kurtuluş Günleri'ni bu tür törenlerle kutlamasak ne kaybederiz? Ne milli bütünlüğümüz bozulur, ne gururumuz incinir. Buna karşın deprem felâketiyle birlikte hayli sıcak ilişkiler kurmak için adımlar attığımız komşu Yunanistan'a karşı güzel bir jest olur.

Ayrıca, belki bundan sonrası için şunu da düşünmek gerek; biz Kurtuluş Savaşı'nı sadece Yunanistan'a karşı vermedik. Atatürk'ün deyimiyle "yedi cihan" karşımızdaydı. Ama asker olarak karşımızda Yunan'ı bulduk. Diğer ülkeler "siyaset yaparak" vuruşmadan çekildiler, Yunanlıları da "yem" gibi önümüze bıraktılar. Bu nedenle tüm halkın öfkesini sadece bir komşu ülkeye yöneltmekten de vazgeçmiş oluruz.

Böylelikle hem Kurtuluş Günlerimizi adına daha yakışır biçimde, gururla, coşkuyla kutlama şansını yakalamış oluruz hem de anlamsız biçimde düşman gibi göründüğümüz Yunanistan'la daha çağdaş ilişkiler kurabiliriz.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır