


Depremin doğusu, batısı
Avrupa Dışişleri Bakanları, bugün Finlandiya'da Avrupa Birliği (AB)'nin Türkiye'ye yapacağı yardımları görüşecekler. Bu ön görüşme doğrultusunda Aralık'taki AB Helsinki zirvesinde Ankara'nın tam üyeliğe aday sayılıp sayılmayacağı karara bağlanacak.
Deprem sonrası oluşan insani atmosfer, Avrupa ile yakınlaşma sürecine ivme kazandırdı. Nicedir enkaz altına gömülen Avrupa ile ilişkilerin, bu deprem sayesinde kurtarılması, belki de felaketin en büyük sürprizi olacak. Ancak Dışişleri Bakanı İsmail Cem, "Bu size tanıdığımız son şans. Aralık'ta da aday ilan edilmezsek ısrardan vazgeçeceğiz" açıklaması ile ısınan ilişkilerin üzerine soğuk su döktü. Şimdi yükselen buhardan ufku görmek kolay değil.
Avrupa'dan jest beklemek ya da arada rest çekmek yerine, inisiyatifi ele almak ve AB kapısını açacak demokratikleşme, insan hakları, sağlıklı ekonomi, komşularla dostluk gibi konularda kararlı adımlar atmak daha akılcı olmaz mı?
***
Geçen hafta, Herald Tribune' de "Deprem, Türkiye'nin kimlik bölünmesini hatırlattı" başlıklı ilginç bir yazı yayınlandı. Lee Hockstader imzalı yazı, Türkiye'nin yalnız kıtalarla değil, dini ve kültürel olarak da ikiye bölündüğüne dikkat çekiyordu.
Eski hikaye..!
Ama yazarın, deprem Türkiye'sinin Avrupa ile benzeşen ve ayrışan yanlarını irdelediği bölüm, ilginç ayrıntılarla dolu...
Yazı, deprem bölgesindeki nüfus yerleşim biçimini, ucuz inşaat tarzını, hükümetin hantal yaklaşımını, "tipik 3. dünya görüntüleri" olarak tanımlıyor. Bunları "Türkiye'nin doğulu yüzü" olarak takdim ediyor.
Buna karşın depremle ortaya çıkan, batılı bir topluma özgü canlı örneklerin de altını çiziyor: Bu örneklerin başta geleni, sivil toplumun kolektif çabası...
Hockstader, bireylerin, sivil toplum kuruluşlarının, şirketlerin, müteşebbislerin, üniversitelerin kitlesel dayanışmasının, Türkleri ile hayrete düşürdüğünü yazıyor. Türkler'in geleneksel olarak bir şeyler yapmak yerine oturup, devletin bir şeyler yapmasını beklediği" gözlemini aktaran yazı, bu klişenin şimdi Türkçe sözlüklerden silinmesi gerekeceğini belirtiyor.
Yazıda, depremden hemen sonra konuyu derinlemesine incelemeye alan, sorumluların peşine düşen, asker sivil demeden bütün yetkililerden hesap soran Türkiye medyasının, başka hiçbir Müslüman Arap ülkesinde rastlanmayacak ölçüde radikal bir çizgi tutturduğu da vurgulunıyor.
İşte bu canlı damar, Türkiye'nin çağdaş dünyaya açılan kapısı...
***
Yazıdaki yaklaşım fazla kategorik de olsa, depremin, Türkiye'yi çağdaşlaştırmak isteyenlerle, buna ayak direyenler arasındaki yarığı biraz daha derinleştirdiği kesin...
Deprem karşısında, özelde hükümetin, genelde devlet mekanizmasının, gövdesi haddinden fazla büyümüş, başı ise ufak kalmış bir çocuk gibi çaresiz ve hantal oturuşuna herkes tanık oldu.
Akılcı bir devletin gereksineceği her şey; öngörüye dayalı bir hazırlık, düzgün bir iletişim ağı, kararlı bir yönetim anlayışı, etkili önlemler, teknik bilgi donanımı, güvenilir koordinasyon örgütü gibi konularda geri kalmışlık örnekleri verildi. Depremin şiddetinden, ölü sayısına kadar hesap hataları, yardımların bölgeye ulaştırılmasından, çadır dağıtımına kadar yönetim zaafları sergilendi.
"Elden geleni yapıyoruz", "Dibimiz çürük çıktı", "Devletten değil, depremden davacı olun" açıklamalarının karşısına dikilen genç, diri, lidersiz olmasına rağmen kaynaşmış dayanışma ruhu, devletin yarattığı hayal kırıklığına karşılık olağanüstü bir dayanışma sınavı vererek, toplumsal özgüveni besledi.
"Mesai bitti, kapatıyoruz" diyen resmi kriz masalarınnı, ortada görünmeyen, "Bugün git yarın gel" diyen yöneticilerin sergilediği beceriksizliğin ardından, yabancı kurtarma ekiplerinin becerisini gören bölge halkı, bu ikisini kıyaslama şansı buldu ve "Batıdan ders alınması gerekliliği" laf olsun diye söylenmiş bir tavsiye olarak değil, can yakıcı bir deneyim olarak telaffuz edildi bu kez..
"Batı"nın "dolar ve yen" değil, "ilim ve fen" demek olduğu nihayet anlaşıldı.
Arap dünyasının yardım eli de gecikince, "bir ayağıyla doğuya, bir ayağıyla batıya basan dev"in batılı ayağı hepten güçlendi.
***
Bütün bunlar olumlu göstergeler...
Yarık derinleşiyor, tercih netleşiyor.
Türkiye, ağır bedeller ödeye ödeye çağdaşlaşma yolunda ilerliyor.
Yıllar yılı kozasının içinde sessizce büyüyen sivil toplum, örgütlenmeyi becerebilirse, o hantal kabuğun içinden sıyrılıp inisiyatifi ele alacak.
Avrupa'nın, bu iç dinamiği göz önüne alıp, destek olması gerek.
Ama Ankara'nın da, hem bu toplumsal canlanmaya bakıp ders alması, hem de Avrupa'ya rest çekeceğine kendine çekidüzen vermesi lazım.