kapat

04.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NURİYE AKMAN(nakman@sabah.com.tr )


Psikologlar halkını tanıyor

Çadır çadır dolaşan psikologlar, klinik ortamda yaşamadıkları bir "ilk"i de yaşadılar; depremzedelerin ellerini tuttular, sırtlarını sıvazladılar, ağlayanlara omuzlarını verdiler ve kucaklaştılar... "Ve biz kendi halkımızı tanıdık" dediler...

Gönüllü psikologları Adapazarı Emirdağı mevkiindeki çadırkentte, çalışmalarına öğle yemeği molası verdikleri bir sırada buldum. Yorgun ama güleçtiler. Depremzedelerle aynı koşullarda yaşıyorlar, 3-4 günde bir ekipleri değiştiriyorlardı. Nöbet devir tesliminde birlikte 6 saat geçiriliyor, toplanan veriler birbirlerine aktarılıyordu. Gelenler, gidenlerin bıraktığı yerden hizmete devam ediyordu. Şehir merkezindeki stadyumda bulunan çadırlarda da 6 kişilik bir başka psikologlar ekibi vardı.

* Hepsi gencecikti. Hayatlarında ilk kez bu çapta zorlu bir göreve soyunmuşlardı. Biz konuşmaya başlamadan önce Koç Üniversitesi'nden bir genç kadın çadıra girdi ve 8. mahalle, 3. sıradaki 17'nci çadırdaki insanların deprem şokunu henüz atlamadıklarını, psikoloğun bile ne olduğunu bilmediklerini ekibe haber verdi. Psikolog Dr. İhsan Bozanoğlu, o vakadan haberdar olduklarını, oraya yeniden gitmek için sosyal hizmet memurunu beklediklerini, ikinci kez onunla birlikte gideceklerini söyledi. Genç kadın, çadırları dolaştığını, şoktan çıkamamış bazı depremzedelerin yemek servislerini ayaklarına beklediklerini, bunların bir bölümünün yaşlı olduğunu, bunun üzerine "Yan komşunuzdan rica edin sizin için gidip alsın" dediğini, "Onlar da anca kendileri için alıyorlar" cevabını verdiklerini, onlara nasıl servis yapılacağını bilemediğini, bazılarının ihtiyaçları olduğu halde doktora bile gitmediklerini anlattı ve "Galiba çadırlarda bir tarama yapmakta fayda var" dedi.

* Şahit olduğum bu konuşma psikologların işlerinin sanıldığı kadar kolay olmadığını, normal koşullarda görev alanlarına girmeyen birtakım işlerle de ilgilenmek durumunda kaldıklarını gösteriyordu ki nitekim Dr. Bozanoğlu, çadır kente yerleşmeye başlayanlara tuvaletlerin nerede olduğunu bile onların gösterdiğini söyledi. O ve arkadaşları Nilgün Pelit, Sibel Demirel, Aslıhan Fırat, Öznur Acicbe, Ahmet Özmen, Hale Tatacak, Ayşe Çiftçi, Murat Kurt'un bana aktardıkları gözlemleri şöyle özetleyebilirim:

"Her an sallanıyorlar"
"Hizmet verdiğimiz bu çadırı daha çabuk bulanlar, daha önce psikiyatrik tedavi gören ve deprem sırasında sorunları nükseden insanlar. Onun dışında anne ve babalar, çocuklarının huzursuzluğu ve kendilerinin dirençlerinin kalmadığı şikayetiyle geliyorlar. Psikiyatrist arkadaşlarımız da var burada. Gerekli gördükleri takdirde kendi hastalarını bize gönderiyorlar. Çocuklar sabahları bu masanın başında resim yapıyor. Biz anne ve babasıyla konuşurken çocuğun oyalanması çok önemli. Ama güneş çok yakıcı. Biz bile zorlanıyoruz. O yüzden bu masamızın üstüne bir branda koyulabilirse çocuklar altında daha rahat edecekler. Branda talebimize henüz cevap alamadık. Depremzedelere elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Sallantılar devam ediyor. Sinirleri iyice geriliyor. Her şeyin adım adım düzeleceği inancını veriyoruz. Çok küçük şeyleri karşılaştırarak, bakın dün böyle değildi, bugün böyle oldu, yarın daha da iyi olacak diye rahatlatmaya çalışıyoruz. Sıkıntıları devam ettiği sürece, belki bir ay, belki daha fazla, onların yanında olacağımızı, sıkıntılarının belirli bir süresi olduğunu söylememiz onlara güven veriyor. "

* Depremzedelere Değirmendere bölgesinde hizmet veren ekipten bir başka psikolog, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde Yardımcı Doç. Dr. Gonca Soygut Boyacıoğlu'nun gözlemleri de şöyle:

"Bizim en büyük endişemiz, bölgeye gidişimizin zamanlama olarak erken olup olmadığıydı. Varlığımız öfke doğurabilirdi. Psikolog kimdir, psikolojik yardım nedir gibi kavramları belki en başta açıklamamız gerekir diye düşünüyorduk. İhtiyacımız olmadı. İnsanlar fiziksel ihtiyaçlarının büyük ölçüde karşılandığı bir dönemde korkularıyla baş başa kalmışlar. Travmanın şiddeti fazla. Onları dinlemek çok önemli. "

* Gonca Hanım'ı bir psikolog olarak en fazla etkileyen şeylerden biri de, Türkiye'de bu mesleğe olan ihtiyacın bu kadar büyük boyutlarda olması olmuş.

Hazırladıkları broşürleri peynir ekmek gibi dağıtmışlar. Devlet hastanelerinde daha rahat koşullar altında kalabilecekken, çadırlarda onlarla aynı koşullar altında kalarak geceli gündüzlü hizmet vermeyi tercih etmişler. Mesleklerini ilk kez deprem ortamında icra etmek, onları bazı "yeniliklerle" tanıştırmış. Mesela çadır çadır dolaşıp "Zor günler geçiriyorsunuz. Sizinle dertleşmeye geldim" demek, insanlara, teyze, amca diye hitap etmek. "Normalde klinik ortamlarda yaşanılmayan durumlardır bunlar" diyor Gonca Hanım ve devam ediyor:

"Onlara dokunduk"
"Onlara dokunduk. Grup toplantılarında herkes yaşadığını ağlayarak anlattıktan sonra ayağa kalktı ve beni sırayla kucakladılar. Birbirimizin sırtını sıvazladık, ellerimizi tuttuk. Normalde bunlar çok yoğun yapılmaz. Biz psikologlar kendi halkımızı tanıdık. Biraz da sosyal antropologlar gibiydik. Devlete yönelik bir öfkenin olduğu dönemde bizi de bu öfkenin içine alabileceklerini, psikolojiyi lüks gibi algılabileceklerini düşünmekle hata etmişiz. Bize çok büyük bir minnettarlık vardı. Bir psikolog normalde bir vakayı en az altı ay- bir yıl izler. Haftada bir görür. Yoğun bir ilişkisi olur kişiyle ve müdahale eder. Psikolojik bir müdahaleyi yapabilmeniz için önce tanımanız gerekir. Buradaki kişileri ilk ve son görüyorsunuz. O nedenle o anda verebileceğiniz mesaj çok önemli. Bu koşullarda bile misafirperverlik gördük. Bize bir şey ikram etmek istediler ve reddetmek çok ayıp olur diye düşünerek bütün ikramlarını kabul ettim."

* Gonca Hanım, depremin 4-6'ncı haftasında başlayacak travma sonrası stres bozukluklarına ilişkin neler yapılacağını da şöyle anlattı:

"Özel bir eğitim başlatıyoruz. Norveç'ten bir uzman gelecek ve Ankara'da hocalar düzeyinde bir eğitim verecek. Bazı özel tedavi programları var. Örneğin göz hareketleriyle uyarılma gibi bir teknik var. Travma anındaki yaşantılarını ortaya çıkarıyor: Parmağınızı vakanın önünde sağa sola hareket ettiriyorsunuz, kişi başını hiç değiştirmeden sadece gözlerini sağa sola kaydırarak parmağınızı izliyor. Parmağınızı izlerken yaşantıları aktive oluyor. Yani yaşadıklarına yeniden maruz bırakıyorsunuz. Bu sırada bütün suçluluk duyguları açığa çıkıyor. Mesela yanındakileri kurtarabileceğini ama yapamadığını düşünüyorsa, görüyor ki aslında kurtaramazdı. Benim en çok rastladığım örnek, ağlayamadıkları için duyulan suçluluk. Bu teknik sırasında onu iki taraflı uyarıyorsunuz. Kulaklarının yanında parmak şıklatıyorsunuz. El hareketini bitirdiğiniz zaman yaşadıklarını anlatmaya başlıyor. Uyarılma hareketini bıraktığınız zaman ağlamaya başlıyor. Sonradan da olumlu şeyler çıkmaya başlıyor. Şimdi daha travmaya yönelik uygulayacağız."

Devletin psikolojisi
Türk Psikologlar Derneği, depremin ikinci günü özel bir çalışma başlattı. İnsanları bilgilendirmek üzere bir broşür hazırladı, bunları hemen İnternet sayfalarına (www.psikolog.org.tr) koydu. Ardından bölgede hizmet vermek üzere, ekipler halinde organize oldu. Çalışmalarına tanıklık etmek istedim. Üs seçtiğim Adapazarı'na gitmeden önce Derneğin Genel Başkan Yardımcısı, ODTÜ Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu'ndan "Devlet yetkililerin psikolojik durumunu" değerlendirmesini istedim. Şu yorumu yaptı: "Türkiye'de birey değil, merkezi otorite güçlüdür. Osmanlı hiçbir zaman merkezi otoritenin dışında, bireyin güçlü olmasına izin vermemiştir. Güçlenirseniz başınıza vurulur. Bu köklerden beslendiğimiz için, şimdi de sivil güçleri kendi varlıklarına bir tehdit sayıyorlar. Devlet dairesini aradığım zaman ki alanımda dünyada bilinen bir insanım, beni azarlıyor. Ben bir müdüre, siz derken o benimle senli konuşuyor. 'Devletim, yukardayım' anlayışının değişik yansımaları oluyor. Türkiye'de insanlar, kurumların, makamların arkasına saklanır. Anglosakson yaklaşımında unvan değildir önemli olan, yaptığınız iştir. Amerika'da insanlar, kendini yaptığı işle tanımlar. Bizde tam tersidir. Profesörler de sizinle yukardan, senli konuşur, sizin sözünüzü keser. Bu, yüzyıllardır yaşadığınız bir sistemin ürettiği sonuçtur. Yapı böyle olunca, depreme ilişkin halkın eleştirilerini devlet yetkililerinin karşılama biçimlerini yadırgamamak gerekir."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır