


Atanmış parlamento...
Türkiye'deki devlet yapılanmasının tomografisini çok ağır bir fatura karşılığında, kare kare çeken 17 Ağustos felaketini "her bakımdan bir milat" olarak gören meslek örgütlerinin, vakıfların, derneklerin ve gönüllü kuruluşların gazetelere verdikleri "Kamuoyuna" başlıklı ilanlarda vurgulanan en önemli cümle şöyleydi:
"... Bireylerin devlet için değil, devletin bireyler için var olduğunu..."
***
Türkiye'de yaşanan son onbeş gün, Ankara'nın vatandaşların "devlet için varolduğu" yolundaki kanaatini hâlâ değiştirmediğini ve yakın zamanda da değiştirmeyeceğini açıkça ortaya koydu.
Devletin bireyler için varolduğu kabullenilse, "siyasetçi-bürokrat-müteahhit" üçgeninde binlerce insan tüketilmezdi.
Yangından mal kaçırır gibi çıkarılan af yasasıyla Susurluk sanıkları kurtarılırken, "devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar" kapsam dışı bırakılmazdı. Susurluk Çetesi'nin oluşumunu kendi "manevi şahsiyetine" karşı suç kabul etmeyen bir devlet anlayışı aslında her şeyi anlatmakta...
***
Son anda veto edilen af yasasını parlamentonun çıkarması, şaşırtıcı olmaktan ziyade Türkiye'deki rejimin niteliğini sergilemek açısından çok açıklayıcı...
Geçenlerde emekli olan bir general, "devletin iskeletini ordunun oluşturduğunu" söyledi. Halbuki çağdaş demokrasilerde devletin iskeletini parlamento oluşturur. Çünkü devletin kurumları arasında, parlamento tüm üyeleri halkın oyuyla seçilmiş tek kurumdur.
Parlamento, "milletin devleti şekillendirdiği" en önemli kurum, bu nedenle de demokrasinin belkemiğidir.
Ancak, bizde gerçek bir demokrasi olmadığı için, son af yasasının da açıkça sergilediği gibi, parlamento milletten ziyade devleti temsil etmekte...
Devletin katilleri affedilirken, devlete karşı suç işledikleri iddiasıyla küçücük öğrencilerin af dışında bırakılmaları bu yüzden.
Yasama, yürütme ve yargı ayrımı, milletin devlete egemen olduğu durmuş oturmuş ülkelerde önem taşıyor. Bizdeki gibi, vatandaşın devlet için varolduğuna inanan ve buna göre örgütlenmiş bir anlayışta bu ayrımların kıymet-i harbiyesi yok...
Çünkü 12 Eylül hukuku, çıkardığı siyasi partiler yasası ile parlamentoyu da düpedüz "atanmış" bir hale koymuş bulunuyor. Hoş, bizde parlamentolar, ta Cumhuriyet'in başından beri özünde hep atanarak gelmiş...
***
Türkiye'de Meclis'tekileri siyasi parti başkanları belirliyor, siyasi parti başkanlarını da sistem.
Parlamento milletten o kadar uzaklaşıp, "derin devlet" ile o kadar iç içe girmiş durumda ki 12 Eylül'ün temel hukuksal çerçevesi olduğu gibi duruyor.
Milli iradeye yönelik bir darbe, "halk tarafından seçildiği" belirtilen bir parlamentonun hedefi olmuyor ve o darbenin yasaları ile yirmi yıldır yaşanıyorsa orada Meclis'in "seçilmişliğinden" ziyade "atanmış" kimliğine dikkat etmek gerekir.
Bunun en belirgin işaretlerinden biri de gene geçtiğimiz hafta yaşandı.
***
Meclis, af yasasından hemen önce "işkence suçunu" ağırlaştırıcı bir yasa çıkardı. Ama aynı hafta af yasası ile tüm işkencecileri af kapsamına soktu.
Bu çelişki, parlemontonun Türkiye'deki temel çelişkiyi oluşturan "millet ile devlet" zıtlaşmasındaki rolünü bir kez daha netleştirdi.
İşkence suçunun cezasının ağırlaştırılması tamamıyla "uluslararası normlara uygunluk" sağlamayı hedefleyen bir göz boyamaydı.
Af ise gerçek niyeti belirtiyordu.
Çünkü, parlamento gerçekten "işkenceyi" ortadan kaldırmayı arzulasa, 1913 yılından beri yürürlükte olan "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun-u Muvakkate"yi yürürlükten kaldırırdı. Bu yasa, görev sırasında adam bile öldürse devlet memurunu yargıdan kaçıran bir yasaydı. Ve Osmanlı'yı yıkan Cumhuriyet'e ragmen hiçbir dönemde değişmemiş, olduğu gibi korunmuştu.
Parlamento, cefa gören milleti değil, devlet adına adam öldüreni, devlet adına işkence yapanı sahipleniyordu.
Milletin rahatça örgütlendiği, fikir ve propaganda yasağının olmadığı, her türden düşünceye açık, siyaseti bir avuç profesyonelin elinden alan bir anlayışta, parlamento derin devleti değil milleti temsil edeceğinden böyle bir durum ortaya çıkmazdı.
***
Türkiye'deki son gelişmeler kaçınılmaz bir biçimde mevcut rejimin masaya yatırılması gereğini vurguluyor.
Son yıllarda milleti temsil etmeyen bir devletin "temsil krizine" yol açtığı sık sık belirtiliyordu.
Deprem işin daha da vahim noktalarını açıkça gösterdi. Bizde devletin ne kadar göstermelik olduğunu hiçbir şey deprem kadar kesinlikle ispatlayamazdı. Sadece hırsız müteahhitlerin çıkarlarını savunan, vatandaşının ölümüne aldırmayan bir yönetme zihniyeti açığa çıkıverdi.
O da yetmedi. Bunun üzerine bir de af yasası geldi. Parlamento devletin kendi katilini, kendi işkencecisini affetti ama Meclis'te "parasız eğitim" için pankart açan çocukları affetmedi. Manisa'da gençlere işkence yapan polisleri affetti ama işkence gören çocukları affetmedi.
***
Cumhuriyet'in başından beri kendini ayrıcalıklı sayan "elitlerin" aygıtı olan devletin bu yapısı, 12 Eylül darbesi ile bir kez daha tanımlanıp, pekiştirildi. Parlamento da bu yasalar ile "atanmış" hale geldi.
Depremlerin bunca can almasına neden olan yağma düzeni ile devletin katilini affedip, pankart açan öğrencisini yasa dışında bırakan yapılanma 12 Eylül'le büyüyüp azmanlaştı.
Bizd!eki sistem parlamentoyu da "atanmışlar parlamentosu" haline getirdi. Milletin sesine bir türlü kulak vermemeleri o yüzden.