


Bir yabancı romancı gözüyle.. Şoktan sonra..
İstanbul... Romancı Maureen Freely'nin yaşadığı kent.
Burada büyüdü. Ailesi hala burada. Ve salı sabahı saat üçü iki dakika geçerken çocukları ile birlikte buradaydı. Yeri yaran ve hayatlarını altüst eden o anı ve sonrasını anlattı. Freely'nin yazısını kelime at lamadan okurken, size de aktarmayı düşündüm.. Bugün birinci bölüm..
Arkası yarın..
Gözlerinizi kapayın ve kendinizi bir huzur sahnesi içinde hayal edin. İnsanlar benden bunu yapmamamı ne zaman isteseler, seçtiğim mekan İstanbul olur.
Kendimi çocukluğumun geçtiği balkonda hayal ederim. Rumelihisarı'nın yanında, Boğaz'a bakan bir evin balkonu.. Bir tanker ağır ağır köşeyi döner, bir feribot sahile yanaşır, yüklenir sonra karşı sahile yol alır. Asya yakasındaki evlere bakarım.. Batmakta olan güneş camlarından yansır.. Hayatımda ters giden her şeyi unuturum..
Bu bana niye böyle gelir bilmem.. Çünkü İstanbul aslında pek tekin bir şehir değildir.
Ben sekiz yaşında iken ailem buraya taşınmış. O yıl, bir tanker bir yolcu gemisi ile çarpıştı.. Yanarak evimizin önünden geçtiler. Tanker aylarca yandı..
Yıllar sonra bir başka gemi bizim kiralamak üzere olduğumuz eve saplandı.
1962'de, Küba'ya füze taşıyan Rus gemilerini seyretmiştik. Daha sonra da geri dönüşlerini tabii..
İstanbul, omuzlarınızı silkip, politika için "Bana ne" diyeceğiniz kentlerden değildir.
1964'de Kıbrıs krizi geldi. Daha sonra Amerikan emperyalizmini ve 6. Filo'yu protesto hareketleri.. Öğrenci başkaldırıları.. İşçi isyanları.. Bombalar.. Sonunda pek çok arkadaşım ve sınıf arkadaşımın tutuklanmasına sebep olan askeri yönetim..
1970'lerde Kıbrıs Harekatı ve bir askeri yönetim daha.. Ardından Kürt sorunu.. Yüzde 100 enflasyonla geçen yıllar.. İslam fundementalizminin yükselişi...
Biz buraya yerleşirken kentin nüfusu 1 milyon civarındaydı. Şimdi banliyöleri de katarsanız, 15 milyon civarında..
Her yaz, geri dönüşümde, kentin sınırları denen yerlerde buldozerler ve çatısı konmamış yeni binalar bulurum. Bir süre sonra pencereler konur ve perdeler asılır, arabalar toprak yollarda gidip gelmeye başlar.
Aklıma ilk gelen hep "Bu genişleme sonsuza dek mi devam edecek?" olur. İkinci düşüncem ise, bu çarpık yapılaşmanın bir depremde sonunun ne olacağı?..
Çocukluğumdam beri burada pek çok ufak deprem yaşadım. California'da birkaç büyük depreme şahit olunca, iyi yetiştirilmiş bir deprem uzmanı kadar bilgi sahibi oldum. Bu yüzden, İstanbul'da eninde sonunda büyük bir deprem olacağını bilmek beni fazla rahatsız etmedi. Ailemi buraya taşıdım. Kızkardeşimin evine yerleştik.
160 yıllık bu bina İstanbul'un en güvenilir yerlerinden biri. Ahşap.. Tepenin üzerinde ve bir kaya bloğunun üzerine oturmuş.
Bu yüzden salı sabahı saat 3'ü 2 geçerken sarsıntı ile uyandığımda paniklemedim. Yıllar önce San Fransisco telefon rehberinde okuduğum "Depremde yapılacak şeyler"i hatırladım. Çocukları yataklarından çıkarmadan elektrikler kesildi. Evin ortasında kapı eşiğinde toplanmıştık ki, sarsıntı durdu.
Sessizlik birkaç saniye sürdü. Sonra kentin bütün köpekleri havlamaya başladı. Işıklar geldiğinde tepemizdeki lambanın hala sallandığını gördüm. Duvarlarda çatlak yoktu. Masadan bir tek tabak, duvardan bir tek resim yere düşmemişti..
Telefonla annemi aradım. Konuştuk. Onların ahşap evleri de çok sallanmış. Onların evi de kaya yatağı üzerine inşa edilmiş. Onlarda da hasar yok.
Radyoyu denedim.. Müzik yayını vardı.. "Demek deprem merkezi bize uzak" diye tahminde bulundum.
Yatağa döndüğümde uyumak için zorlanmadım değil. Tam dalarken bir sarsıntı daha hissettim. Kendi kendime "Hayal ediyorsun" dedim..
Siz buna inkar da diyebilirsiniz. Her neyse, inkar hep devam etti.. Ertesi sabah televizyonu açtığım ve felaketin hava görüntülerini izlediğim halde 2 ile 2'yi bir araya getirecek halde değildim.
Daha birkaç gün önce Kartal, Yalova'da, ya da diğer komşu semtlerde idik. Viyadüklerin altında kalan, yarıklara saplanan otobüs ve otomobillerden birinin içinde biz olabilirdik.
Sonra yavaş yavaş bu tatil yörelerinde yaşayan insanları, oradaki dostlarımı, tanıdıklarımı hatırlamaya başladım. Şimdi yok olmuş olabilirlerdi.
Garaj satışı deyince..
Hadi" dedi Holly.. "Bu pazar garaj satışı var, Jane'lerde, oraya gidiyoruz.."
Bre aman.. Otomobilimiz dahi yok o zamanlar..
"Öylesi değil" dedi Holly..
Garaj Satışı, bir Amerikan deyimi.. Herkesin evinde bir yığın kullanmadığı şey vardır. Yenisi almıştır, bıkmıştır. Atsan atamazsın. Satsan satamazsın.. İşte onları satılır hale getiriyorlar..
Nasıl?..
İnanılmaz fiat indirimleri ile.. 50 cente long play, 1 dolara en güzel filmlerin video kasetleri.. 10 dolara çamaşır makinesi.. 25 dolara buz dolabı..
O zaman alan çıkıyor. Hem ev temizleniyor, hem de işte havadan bir para.. Ya güzel bir tatil yapıyorlar.. Ya bir hayır kurumuna gidiyor, ya da evin genç oğlu ve kızına bırakılıyor hasılat..
Konu komşu da geliyor.. Çok güzel bir sosyal olay.. Yakınlaşma..
Ankara'da bu iş nasıl oluyor?..
Orada görevli Amerikalı aileler, ülkelerine dönüşte, sadece yükte hafif, pahada ağır, bir de Amerika'da bulmaları zor şeyleri alıyorlar yanlarına..
Geri kalanı nakletmek, Amerika'da yenisini almaktan pahalıya geliyor.
Haydi Garaj Satışı..
Gittik.. Bre aman.. Bir fiatlar.. Böyle şey olmaz.. Hem de Türkiye'nin yokluk yılları.. Her şey var, hem de ne kadar ucuz..
Holly başladı bu garaj satışlarını izlemeye..
Koskoca bir divan.. Portekiz yapımı imiş.. Markası dünyaca ünlü..
"Holly niye aldın?.. Evde iki kocaman divan var, başka salon da yok?.."
"Ama 100 dolar.. Katalog satışı 2000 dolar bunun.."
"Holly, niye aldın?.. Bizim buzdolabımız yok mu?.."
"Ama 25 dolar.. İki kapılı Westinghouse bu.. Katalog satışı 1500 dolar.."
Hiç unutmam bir gün bir şey almış..
Baktım baktım.. Ne olduğunu çıkaramadım.
"Bu ne?" dedim.. O da çıkaramamış..
"Holly niye aldın o zaman?.."
"Ama 1 dolar!.."
Sonunda ne oldu bilir misiniz.. Bizim sitede, artık İstanbul'a taşınmış Baba Oktay'ın (Kurtböke) bir dairesi var. Ben kiraya veriyorum. Kiracı çıktı. Ben taşındım. Daha doğrusu Holly'nin aldığı eşyaları doldurduk.. İyi ki de doldurmuşuz..
Holly Amerika'ya dönerken, kıza bilet parasından başka şey verecek kuruşum yok..
"Bir garaj satışı yap.. Ne var, ne yok sat.. Parayı yanına al" dedim..
Ankara'daki evlere de, Holly gittikten bir ay sonra gittim.. (Ben o sırada İstanbul'da Erkekçe çıkarıyorum..) Kız birden fazla olanları satmış.. Ve de tek olanlar içinde Türkiye'de bulmama imkan olmayan hiçbir şeyi satmamış..
Bugün boşanma kavgalarına bakıyorum da..
Neyse, nerden nerye geldik..
Bir gün "Allahtan Amerikan Ordusu eski model tankları satışa çıkarmıyor.. Bir gün zatül hareke topla (Tepesinde top olan tank) kapıya dayanırsın, 'Ama Hıncal 50 dolar' diye!.." dedim..
Güldü.. Aynen tankı da alacağını biliyordu..
***
Şimdi bunları niye anlattım..
Mudo, ikinci defa Garaj Satışı yapıyor.. Hem bu defa sadece kendisinin değil, dünyanın en ünlü markalarının da.. Yan yana salonlar, standlar ve insanı gerçekten şaşkına döndüren fiatlar.. Hem de marka.. Converse, Slazenger, Polo, Ralph Loren, Tommy Hilgiger, Reebok.. Aklınıza ne gelirse..
Ev eşyaları var.. Bahçe eşyaları var.. Hediyelik eşyalar var.. Çocuk, kadın, erkek bölümleri var. Parfümeri var.. Var oğlu var..
2500 metrekare dükkan.. 45 bin çeşit, 200 bin kalem mal.. 250 bin liradan 250 milyon liraya kadar..
Bir çuval doldurdum.. Sonra kendi kendime güldüm..
Holly bile görse "Hıncal bunları niye aldın?" diye şaşar..
"Ama Holly, 1 milyon.. Ama Holly 3 milyon.. Ama Holly 5 milyon" derim..
Sonra kahkahalarla güler ve şükrederdik ki, Türk ordusu M-48 tanklarını satışa çıkarmıyor diye..
Garaj satışı 1 ay ama, mesela ben bir gömlek aldım, tipinin benim bedenime tek uyanı idi.. Benden sonra gelene yok..
Ne kadar erken davranırsanız, o kadar seçme hakkınız olur.. "Vah bir numara büyüğü yok" diye de üzülmezsiniz..
Mudo gazetecilere "Almasınlar, gelsinler görsünler" demiş..
Ben de ayni şeyi söylüyorum..
Ne dediğimi anlamanız için gidip görmeniz gerek.. Ama unutmayın..
Ne kadar erken.. O kadar bol seçim!..
TEBESSÜM
- Kadın anatomisinin şehircilik mimarları tarafından dizayn edildiğinin kanıtı nedir?..
- Çöplüğün, eğlence bölgesinin burnunun dibine yerleştirilmesi..
Haydi Zülfü!..
Aklıma ne geliyor biliyor musunuz?.. Hani ertelenen Zülfü Livaneli-Mikis Teodorakis konseri vardı, yeşil hatta, Kıbrıs'ta..
Şimdi tam zamanı.. Ama Kıbrıs'ta değil..
Türk-Yunan sınırında.. Edirne'nin oralarda..
Hatta daha cesur bir proje..
Turizme de katkıda bulunacak.. Sadece depreme ve Türk-Yunan dostluğuna değil..
Hani o bin bilmem kaç kişilik
yüzer disko var ya
Bodrum'da.. Katamaran..
Onda.. Yüklenecek, iki taraftan ne bileyim "1000" dolar verecek davetliler..
Kos'ta başlayacak konser sahilde.. Halka açık..
Bedava.. Ege'de iki yakayı birleştiren denizde ikinci bölüm davetlilere.. Bodrum'da final,
gene sahilde, halka açık,
bedava!..
Zülfü.. Mikis.. Faranduri.. Sezen!.. Yeni Türkü..
Les Atheniens!..
Dünyanın kaç televizyonu,
sıcağı sıcağına verilirse bu konseri canlı yayınlar tahmin dahi edemiyorum.
SEVDİĞİM LAFLAR
Geriye bakma, gelecek hayalleri de kurma. Size geçmişi geri veremezler, hayallerini de tatmin edemezler. Göreviniz, ödülünüz, kaderiniz, burada ve şimdidir.
Dag Hammarskjold
(1905-1961)
BİZİM DUVAR
Hırsız müeahhitleri derhal yargı önüne çıkarsınlar. Onları ENKAZisyon mahkemeleri yargılasın..
Hakan & Utku