Körfez'de bir kuş var kanadında gümüş yok!
Bu satırlar yoluyla anlatılamıyor 'Ölüm Ülkesi'nde gördüklerim; zorlanıyorum, neyi anlatmalı bilemiyorum. En iyisi Nazım'ın Erzincan depremi sonrasında yazdığı bir şiiri aktarmak
Bazen fotoğraflar da yetmiyor demek ki.. Anladığımızı sanıyorduk, hissettiğimizi tahmin ediyorduk.. Önümüzden gelip geçen onca görüntü ve fotoğrafa bakıp "ne hazin" deyip duruyorduk ama faydasızmış..
Doğrusu, Avcılar'da iki gün önce karınca kararınca yaptığım gözlemin olayın vehametini kavrayabilmek için yeteceğini düşünmüştüm...
Oysa hiçbir şey bilmiyormuşum, hiçbir şey düşünemiyormuşum..
Körfez yolculuğu sırasında hissettiklerim çok başkaymış..
Özetle, onca fotoğraf ve yazı, saatlerce ekrandan geçen görüntüler hiçbir şey anlatmıyormuş.... Demek ki, kulaklar duymalıymış, gözler görmeliymiş ve yüreğin taa derinliklerine kadar hissetmek gerekiyormuş....
***
Önceki gün akşam saatlerinde çıktık yollara..
Ne duyup göreceğimizi bilmeden..
Ve bu yazının yazıldığı saatlerde (dün öğleden sonra) bir "yürek depremi" yaşayarak geri döndük (Yazıyla anlatılamayacak bir "yürek depremi"ydi bu)..
Düşünsenize..
Hani, hepimizin çokça seyrettiği felaket filmleri vardır ya..
Örneğin, bir film depremi anlatır, bir başkası yangını, hortumu, bir diğeri salgın hastalığı.. Ve bu filmlerin kimi sahnelerinde panik vardır, çaresizlik vardır, açlık vardır, ölüm vardır.. Ya da felaketin ardından herşeye rağmen yaşamın sürdüğünü, dayanışmanın iliklere kadar hissedildiğini, hatta yitip giden yakınlarına rağmen insanların acılarını bal eylediklerini anlatan sahneler..
İşte..
Bu yolculuk sırasında galiba, bütün bu filmlerdeki sahneler harmanlanarak üstümüze düştü..
Daha Körfez girişinde dumura uğramıştık..
Türk sanayi sektörünün amiral gemisi TÜPRAŞ alev alevdi hâlâ..
Her ne kadar, kontrol altına alındı dense de önümüzde koca bir dev, belli ki kolu kanadı kırılmış, öyle mahzun, öyle garip duruyordu bir başına..
Çevresi bomboş, her an infilak edebilir korkusuyla ölüm sessizliği kaplamış her yanı.. İşte bir film sahnesi.. Yangından arta kalanlar..
Devam ediyoruz, Türkiye'nin sanayi kalbi Kocaeli'nin uzak ve yalnız bir semtine uğruyoruz, alacakaranlıktayız artık..
Bir felaket bölgesi için çekilmez saatler..
70 saattir enkazın kaldırılmasını bekliyor "ölü semt"in sakinleri..
Heyhat, mümkünü yok.. Daha tesbit dahi yapılmamış..
Plaj Yolu mahallesinden Melahat Abla, Hüseyin Amca, Ahmet Bey çaresiz beklemedeler... Yakınları hemen oracıkta, enkazın orta yerinde; ne yazık ki umutsuz bekleyiş.. "Dirisinden vazgeçtik, ölüsünü alamıyoruz!" diyor üçüncü kattaki Selami Usta..
Dokunsan ağlayacak yüzlerce genç yaşlı insan.. Bizi görünce başlıyorlar anlatmaya.. Ama burda tekrar etmeyelim isterseniz, sonra "devleti acz içinde göstermiş oluruz!"
Peki ne diyelim..
"Komşular ve dostlar sağolsun, onlardan gayrı kimsemiz namevcut!"
Bir sokak ötesi yol alıyoruz..
Yıkıldı ha yıkılacak koca bir bina, önünden gelip geçen ve artık belki de "acısını içine gömdüğünden" tehlikeye duyasız hale gelen onca insan..
"Korkmuyor musunuz" diyoruz..
Cevap; "Daha ne kadar korkabiliriz?"
Kalan sağlar ne yapar peki, ne yer ne içer o karanlık gecelerde..
Hamaset yaptığımı ileri sürebilirsiniz ama ne yazık ki buna verilen cevap da çok acı..
"Ölülerimizin yanıbaşında nasıl boğazımızı düşünebiliriz?"
Gece sürüyor, değişen bir şey yok, sessizliğin ve hüznün zamanı değişiyor sadece..
Ve sabah oluyor "Ölüm ülkesi"nde..
Akılalmaz bir trafik var yollarda..
Zorlukla Adapazarı'na varıyoruz.
Bir enkazın başındayız..
Yedi katlı apartman tuzla buz olmuş, "Bize ev değil mezar satmışlar" diyor gözü yaşlı bir Sakaryalı.. Bir başkası "Devlet değil halk hizmeti var!" diyor.. "Devlet"e dair o kadar çok şikayet dinliyoruz ki, bulsak biz de bu şikayetleri ileteceğiz ama gerçekten kendi kendimize sormaya başlıyoruz..
"Devlet dediğimiz; canlı, kanlı, kulağı, ağzı olan bir varlık mı?"
***
Adapazarı Atatürk meydanı..
Film kareleri geçmeye devam ediyor..
Gençlik Spor Müdürlüğü önündeki metrelerce uzanan kuyrukta üç parça erzak almak için saatlerce bekleyenler..
Hemen karşı kaldırımda (fotoğrafını gördüğünüz gibi) yüzlerce ekmek sahipsiz, kimsesiz! Galiba yine suç işleyeceğim ama mecburum, ne yazık ki bu fotoğraf gösteriyor ki, kimsenin kimseden haberi yok, nereye, kime ne kadar ekmek dağıtılması gerektiğini bilen tek bir yetkili(!) yok..
Neyse, Adapazarı'nı terketmenin vakti geldi, "Ölüm ülkesi"nin diğer kentlerine uzanmak gerek şimdi..
Evet, yine saatler süren bir otomobil yolculuğundan sonra Gölcük'teyiz..
Ama
Benim üç beş yıl önce gördüğüm Gölcük değil bu..
İki kilometrecik ötedeki Değirmendere de bu değil..
Ne oldu Marmara'nın bu güzel sahil kasabalarına..
Ayakta kalan bina arıyorum çaresiz, Eski Gölcük'ten bir eser yani..
Koca Donanma Komutanlığı bile yerle bir..
N'oluyoruz Allah aşkına..
Gerçekten bu satırlar yoluyla anlatılamıyor, hatta bazen zorlandığımı hissediyorum.. Ülkenin her yanından gelen yardım heyet ve kamyonlarını, insanların acısını yüreğine gömdüklerini, aralarındaki dayanışmayı, tüm ölülere, yıkımlara rağmen vakur tavırlarını, İzmir'den Bandırma'dan gelen bir bidon suyu, ne yazık ki yine kepçeyle toplanan cansız bedenleri mi anlatmak gerek uzun uzun..
Ya da ne ilginç ki, herşeye rağmen yıkılmayan ve üzerinde bir film afişi asılı ilan panosunda yazılanları mı?
"Bildiğini bilen birinin başına geldi sıra sende!"
Ve yine "devlet" adına orada görevli olan bir astsubay çavuşun ayağına düşen betona rağmen yine bıkıp usanmadan kazı alanındaki çabasını mı?..
Peki birkaç saat sonra ulaştığımız Yalova'daki Veli Göçer konutlarınının nasıl göçtüğünü mü?
Bir de depremle birlikte yerle bir olmuş, yaşanamaz hale gelmiş, içinden cansız bedenler çıkarılmış mevta kooperatif bloklarına giden köşede asılı bir levhayı mı?
Sanki hayatla dalga geçercesine..
"Yaşanabilir konutlar!"
Bence en iyisi Nazım'ın eski zamanda yaşanan bir depremin ardından kaleme aldığı şiiri aktarmak..
***
"Erzincan'da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
Gayri bunda bir iş yok
Oy dağlar, dağlar, dağlar
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar
O ağlamasın da kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
Tipidir gelir geçer
Yan yana sırtüstü ölüler
Akşam olur tandıramaz
Ateşini yandıramaz
Gün ağar şafak söker
Kimsecikler gitmez suya
Ezilmiş başlarıyla ölüler
Vardılar uyanılmaz uykuya..
Uyanıp kaçamadılar. Kuş olup uçamadılar
Ne çabuk bitti lahzada yaşamak
Kimisi altı aylık
Kiminin sakalı ak
Kimi onüç ondört yaşında
Kimi yola gidecek
Kimisi mektup bekler
Yan yana sırtüstü ölüler.."
NEBİL ÖZGENTÜRK
|