kapat

24.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ALİ KIRCA(alikirca@sabah.com.tr )


Sedir ağacının kokusu(*)

Kaçırıldığında üç yaşındaydı. Kendisinden dört yaş büyük ağabeyi ve henüz bebek çağındaki kız kardeşinden koparıp götürdüler onu..

Ölümden beter bir acıydı anne ve babasının yaşadıkları..

"O"nsuz geçen dokuz yıl, onulmaz bir hasretin ve tarifsiz kederlerin rüzgarıyla savruldu..

Ölüm kederine zamanla alışıyordu insanoğlu; hele "yirminci asırlarda en çok bir yıl sürüyordu ölüm acısı..."

Lakin, "kayıp acısı" hançer yarası gibiydi.. Bazen solmuş bir fotoğraf, bazen teypte bir ses, bazen sararmış mektup sayfasından bir nefes; saplanıyordu yüreklere...

"O" hem vardı... Hem yoktu...

Yokken var olmanın ve varken yok olmanın çaresizliğinde tükeniyordu tahammül kudreti...

***

"Okyanus kadar derin" (The Deep End Of The Ocean) filminde buraya kadar anlatılanlar, ortak ve tanıdık duygu motifleriyle bezenmiş evrensel bir "kayıp öyküsü"ydü...

Ama bundan sonrası, her karesi sarsan, herkese ait bir "insan hikayesi"ydi...

Ya da Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi"nden çok daha yaman bir "dünya masalı"...

***

O, tam dokuz yıl sonra beklenmedik bir anda çıka geldi..

Elbette, bilmiyordu hangi kapıyı çaldığını..

Ama, kapıyı açan annesi "O"nu daha ilk gördüğü anda gözbebeklerinden tanıdı.

Soluğu kesilecek gibiydi.

Sonrası, kısa ama sancılı bir süreçti...

"O", gerçekten "O"ydu.

Kaçırılmıştı, O'nu kaçıran kadın (yani üvey annesi) Yunan asıllı biriyle evlenmişti..

Çocuğu da evlat edinmişlerdi. Üvey anne bir süre sonra intihar etmişti, çocuk "üvey babası"yla yaşıyordu..

Hikayeyi dinleyen mahkeme; "O"nu (çocuğu) gerçek ailesine geri verdi..

Gerçek aile İtalyan asıllıydı..

Çocuk, İtalyan usulü kutlama gecesinde, Sicilya danslarına eşlik etmekte zorlandı. O'na "kasapiko"yu, yani kasap havası öğretmişlerdi çünkü.

Ama asıl sorunlar bundan sonra başladı..

"Ev"e dönmüştü, ama "ailesi"ne bir türlü dönemiyordu..

"Kan bağı" işe yaramıyordu.

"Gen bağı" bir anlam taşımıyordu.

"O"nu, bu eve, bu aileye bağlayacak hiçbir şey yoktu sanki..

Ayrı geçen dokuz yılda bütün bağlar koparılmıştı..

Annesine, babasına, kardeşlerine bir yabancı gibiydi.

Mahkeme kararıyla "vuslat" da bir işe yaramamıştı.

Herkes mutsuz olmuştu..

En başta da "O"...

Dokuz yıl "kayıp acısı"yla bağrı dağlanan anne, bağrına taş basıp eve gönderdi oğlunu.. Mutlu olacağını düşündüğü yere..

Ve... Bir gün...

"Gerçek ailesi"ne kısa ziyaretlerinden birinde...

Annesi yatak odasındaki bir sandığı açıp bebeklik elbiselerini gösterdi "O"na.

Anımsamıyordu elbette...

Ama... Bir koku...

Bu koku.. Bu koku yabancı değildi..

Sandıkta, Sedir Ağacı'nın kokusu...

Tüm çamaşırlara, tüm giysilere sinmişti..

Bu sandık, üç yaşındayken ağabeyiyle oynadığı sandıktı.. Hep içine girip saklanır, kapağını kapatır ve ağabeyinin "O"nu bulmasını beklerdi..

"Hatırlıyorum" dedi...

"Çok iyi hatırlıyorum.."

Sedir ağacının kokusu ağabeyiyle ve tüm ailesiyle paylaştıkları "ortak hatıralar"ın esintisini "okyanusun derinlikleri"nden bir bir açığa çıkarmıştı

Ve... Döndü...

Doğduğu eve, ama asıl önemlisi "mazi"sinin olduğu yere döndü...

Sedir ağacının kokusuyla...

***

Bugünlerde, bu "dünya masalı" lazım olabilir herkese...

Birileri, kan ve gen gruplarının tutmadığı iddiasına dayandırıyor anlamsız kavgalarını...

Ama tutsa da, ne anlamı var ki!

Kanın ve genin kardeşi kardeş yapmaya yetmediğini anlatıyor "The Deep End Of The Ocean"...

Aslolan yaşanan hatıralardır, diyor...

Paylaştığımız hatıralar nedeniyle "aile"yiz hepimiz. Hatıralar buluşturur arkadaşları ve aşkları.. Çocuklarımız hatıralarımızdır; hatıralardır anne babamız..

Hatırladığımız için severiz ve özleriz, doğduğumuz ve yaşadığımız şehrin sokaklarını.

Unutulmaz galibiyetler ve hatıralardan silinmeyen goller adına; ve Lefter ve Metin ve Baba Recep'li hatıralarla Fenerli, Galatasaraylı ve Beşiktaşlıyızdır.

Ulusu ulus yapan ortak hatıralardır...

Hatırladığımız şarkılarda ağlarız geçen zamana.. Ortak şarkımızdır vatan..

Vatan, hatıralarımızdır.

***

Yıllar önce Atina'ya gitmiştik görevli olarak... Sintegma (Anayasa) Meydanı'ndaki bir gazete büfesinde gazete alırken, büfenin içinden bir çığlık yükseldi:

"- Aliii!"

Büfenin içi karanlıktı.. Tanıyamadık. O dışarı fırladı.

Kosta'ydı...

Adalı arkadaşımız..

Okulda futbol takımında bizimle top oynardı. Birlikte Çam Limanı'nda şarkılar söyler; rıhtım kahvelerinde okey oynardık.

Sonra ayrılmak zorunda kalmışlardı İstanbul'dan..

Arkadaşları sordu.. Memlekete dair merak ettiklerini sordu. (Memleket diyen "o"ydu..)

Hâlâ Fenerbahçe taraftarıydı... Ve Behiye Aksoy'u dinliyordu 45'lik plaklarda..

Ayrılırken sarıldık... Sedir Ağacı'nın kokusunu duyduk Sintegma Meydanı'nda.

***

Bir gün kaçırılmaya, koparılmaya çalışılan "çocuk" çıkar gelir.. Vurur kapıyı...

Kaçıran, ya intihar itmiştir, ya da ıssız bir adada bekler akıbetini... (Aynı kapıya çıkar ya...)

Kaçırılmaya, koparılmaya çalışılan sa bir sandıkta bulur bin yıllık "hatıra" defterini..

Bin yıllık hatıraların defterini...

Ve duyar o kokuyu sayfalarında...

Sedir Ağacı'nın kokusudur o...

Hatırlar...

Hatırlamalı...

Hatırlatmalıyız...

***

(*) Mudanya günlerinde yazdığımız bu yazıyı o kadar çok soran oldu ki okuyamayanlardan... Affınıza sığınarak ve aceleye gelen yanlarını düzelterek yeniden koyduk bu köşeye...

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır