John Kennedy'ye suikast
Başkan John Kennedy'ye 1963'te sıkılan kurşunların siyasi nedenleri henüz dünyanın bile tam çözemedeği sır perdesi altında. Ama bu suikastin, Kennedy ailesinin yaşadığı en büyük talihsizlik olduğundan kimsenin kuşkusu yok
Başkan seçilişinin minik hikayesine de yer vereceğimiz bugünkü yazımızda herşeyden önce birkaç satırla değinilmesi gereken bir nokta var ki, John F. Kennedy'nin, başkan olduktan sonra uğradığı silahlı suikastın tarihi mahiyeti ve milyonlarca insanda "ilahi tesadüfler kuşkusunu" uyandıran özelliği, bugün hala beyinlerimizin ücra bir köşesinde ciddi bir yer tutmaktadır.
Başkan Kennedy okumayı ve incelemeyi çok seviyordu. Bilginlere özgü bir "dalgınlığı" da vardı. Çoğu zaman eş olmayan çoraplar giydiği görülürdü. bir kez de çağrıldığı bir düğünde yanlışlıkla damadın gömlek ve kravatını giydiği görülmüştü. "Soğukkanlı" kelimesi, onun temel özelliklerinden birini anlatmaktaydı. Kulanmak istediğinde ise hafızası, bir bilgisayar gibi çalışmaktaydı.
Acaba, acıklı bir suikaste kurban gidişi, bütün bu kişisel özeliklerinin teşvik ettiği bir hadise miydi, yoksa giriştiği üstü örtülü ilişkilerin bir sonucu muydu, yoksa bazı Amerikan başkanlarının ortak kaderiyle mi ilgiliydi?
Veyahut da bunların hiçbiri değil de, yalnızca Kennedy ailesinin nevi şahıslarına münhasır hususiyetleriyle mi çakışmaktaydı?
Bilindiği gibi, Amerikan cumhurbaşkanlarının görev başında öldürülmeleri, Kennedy'den tam 100 yıl önce başkan seçilen Abraham Lincoln'ün 14 Nisan 1865 tarihinde vurulmasıyla başlar.
İkinci öldürülen başkan, James Garfield 2 Haziran 1881 tarihinde, üçüncüsü olan William McKinley de, 6 Eylül 1901'de vuralarak öldürülmüşlerdi.
Amerikan toplumu arasında, çift senelerde seçilen başkanların, tek senede ölmeleri üzerine garip bir söylenti de yayılmıştır. Tek senelerde seçilen Andrew Jackson, Theodore Roosevelt ve Franklin Roosevelt'e de suikast yapılmış ama başarılamamıştır.
Üstelik John Kennedy, gözüpek, yürekli ve tehlikelerden korkmayan bir kişiydi. Koruyucularından birine bir gün şöyle diyecek kadar:
"Ne kadar gayret ederseniz edin, eğer biri bir cumhurbaşkanını öldürmek isterse ona mani olamazsınız"
***
Bütün bunlar tartışmaya açık konulardır ama kuvvetle muhtemel ki, 1960'ta John F. Kennedy'yi Amerikan başkanlığına sürükleyen siyasi ve sosyal konsept, 3 yıl sonra onun suikaste kurban gitmesine sebep olan siyasi ve sosyal kalkışmanın başlangıcıdır.
Kennedy'nin başkanlığı ile suikaste uğramasından, bir anlamda, "sebepler sonuç, sonuçlar da sebep olmuş"tur.
Bugün, neredeyse 40 yıl sonra başkan Clinton'ın başarıyla sürdürdüğü "yeni dünya düzeni"nin ilk putrellerini John Kennedy'nin çaktığından şüphe yoktur.
Buna karşılık, "Demokrasi performansına" dayalı yeni dünya düzenine karşı, o yıllardan beri inanılmaz bir direniş ve kumpas yürütüldüğü herkesin malumudur.
Öyleyse Kennedy suikasti, "yeni iddiaların", sahipleriyle birlikte ortadan kaldırılması gizli planının bir parçası neden olmasın?
Büyük bir talihsizlik mi, yoksa salt siyasi bir kavga mı?
İşte halâ cevabı verilemeyen temel soru budur...
***
Senatör Kennedy, 1960'ta başkanlığa aday olduğunda bütün Demokratlar, füzeyle ateşlenmişe döndüler. Cumhuriyetçileri ise bir telaş aldı.
İnanılmaz bir çalışma başladı Amearika sathında...
Verilen sözler anlaşılır gibi değildi ama Amerikan seçmeni bu sözlere gönülden bağlanıyordu.
Daha çok demokrasi, işçilere ve çalışanlara daha fazla olanak ve yaşam standardı, dünyada barış ve kardeşlik...
Bu slogan Kasım 1960'ta genç John F. Kennedy'yi Amarikan başkanlık koltuğuna oturtmaya yetecekti.
Ve genç başkan, ilk söylevinde şunları bildiriyordu:
"Büyük hükümete inanmıyorum. Ama etkili hükümet çalışmasına inanıyorum.
Ve Birleşik Devletler'in özgürlüğünü, yalnız bu yolla koruyacağına inanıyorum. Bu tek yol, ilerlememizdir. 1933 yılında, Franklin Roosevelt, ilk açış konuşmasında, Bu Amerikan soyunun, alın yazısı ile randevusu vardır, demişti. Bugün şimdiki soyumuzun da aynı randevusu vardır. Şimdi sorun şudur: Bilinen en tehlikeli saldırılar karşısında özgürlüğümüzü koruyabilecek miyiz? Sanıyorum koruyabiliriz. Ve soruyorum: Son çözümlemede, ne yapacağımızdan emin miyiz? Kutsal Kitap, dünyada devler vardı, der. Bu çağ devlerin çağıdır. Çok konuşanların yerine yapıcıların, yüreksizlerin yerine, yüreklilerin çağı. Size, daha mutlu bir gelecek için söz veriyorum."
John F. Kennedy, bu söylevinden iki gün sonra da şunları söylüyordu:
"Rahatlığa, korkaklığa veya şüpheye zamanımız yok. Bu çağ yüreklilik ve canlılık çağıdır. Bu çağ olaylardan korkmayan, düşlerinizi gerçeğe döndürebilen kuvvetli önderler çağıdır."
Başkan Kennedy, yüksek tempolu çalışmasının ikinci yılında, 11 Ocak 1962'de, dünyaya bakışını ise şöyle özetliyordu:
"Hür ve bağımsız devletlerin barış dünyası. Bizim halihazırdaki rehberimiz ve gelecekteki amacımız budur. Kuzey'de, Güney'de, Doğu'da ve Batı'da kin ve nefreti ortadan kaldıracak büyük bin insanlık ailesi gibi, hür ve bağımsız milletlerden bir dünya kurmak."
***
John F. Kennedy, bütün konuşmaları ve çalışmalarıyla "statüko"nun üzerine cesaretle yürüyordu. Tıpkı, savaşta arkadaşlarını kurtarmak için tek başına 4-5 mil yüzmeyi göze aldığı gibi...
Bu kadar zeki bir insanın, fincancı katırlarını ürküttüğünü bilmemesi imkansızdı. Ama bir ideal adamıydı ve çok cesurdu.
Katolik olması bakımından da "ilahi" düşüncelerinde "kaderci"ydi. Eğer bir gün vurulacaksa, bunu önlemenin ve korkmanın alemi yoktu.
Tarihler 1963'ün Kasım'ını gösterirken, Dallas'taki gezi sırasında melun saldırı, meydana gelecek idiyse bile...
Sonradan aylarca süren mahkemeler sonunda bütün dünya öğrendi ki, Başkan Kennedy, koruma subayının yetki alanına tecavüz etmiş ve "açık bir arabayla" gezmeyi tercih etmişti.
Aslında Amerikan yasalarına göre koruma subayının aldığı önlemlere başkanın itiraz etme yetkisi yoktu.
Ama akacak kan damarda durmazdı.
Üstelik Kennedy'ler "risk"i seviyorlar, korkuya sürekli meydan okuyorlardı...
Hayat kesin kararını vermişti. Başkanın arabası açık olacaktı, Dallas'ta bir fare gibi saklanmış suikastçinin silahından çıkan kurşunlar, belki Amerikan başkanının değişmesine sebep olacaktı ama Kennedy'nin yürekten inandığı gibi, dünyanın barışa ve demokrasiye olan maratonunu engellemeye yetmeyecekti.
Başkan Kennedy'nin genç vücudu, son model oldsmobil'e cansız serilirken, arkada üç şey kalacaktı...
Genç bir kadın...
İki küçük yetim...
Ve dünyanın asla vazgeçmeyeceği özgürlük şarkıları...
***
O küçük yetimlerden biri, üç yaşındaki John Kennedy idi ve 36 yıl sonra babasının ilk eyalet senatörü seçilerek tarihe geçtiği Machacusetts'e bir davete giderken, bundan beş gün önce, özel uçağı ile okyanusun karanlık sularına gömülecekti.
Başkan John F. Kennedy, büyük idealleri ve düşünceleri bir kenara bırakıp, sadece çocuklarını ve ailesini düşünseydi, acaba Dallas'ta geziye çıktığı otomobilin üstünü açık bırakır mıydı?
Kennedy'ler bu kadar cesur ve gözüpek olmasalardı, kader onlara bu kadar büyük oyunlar hazırlayabilir miydi?
Veyahut da...
Kennedy'ler bu kadar parıltılı, bu kadar cesur ve risk alıcı olmasalardı, "Kennedy" olabilirler miydi?..
***
Konuyla ilgilenen genetikçi bilimadamları, Kennedy'lerin "risk gen"i taşıdıklarını öne sürüyorlar. Bu tez, ihmal edilmeyecek bir ciddiyet taşıyor.
Bazı insanlarda sıkça rastlanan, gözünü budaktan esirgememe özelliği, büyük riskleri kolayca üstlenme yönü ve aşırılıkları tercih etme davnranışının, genlerden kaynaklanması kuvvetle muhtemeldir.
Özellikle yurt değiştiren göçmenlerde, her defasında sıfırdan başlayabilen insanlarda bu genlerin güçlü olduğu çok açık...
Büyük başarıların risklerle, risklerin de felaketlerle yoldaş olduğu, tanık olduğumuz yaşamların hergün yeniden ve yeniden ispatladığı bir gerçek değil mi?..
Yarın: Bitti mi, bitmedi mi?
Yazan: İLKER SARIER
|