Eğer geçtiğimiz hafta hastalanmasaydım...
Olmadı, gidemedik. Sağlık olsun.
Buradayım ve bilgisayar ekranı başında 'ne yazsam?' diye düşünüyorum. Serpil adlı bir okurumun haftalar önce gönderdiği bir not geliyor aklıma; "Kadın hakları ile mücadelenize saygı ile katılıyorum. Ancak anlayamadığım bir şey var. Yayınlarınızda devamlı 'bir erkeği nasıl baştan çıkarırsınız, kendinizi nasıl farkettirirsiniz?' diye akıllar veriyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?" diye sormuştu.
Hemen ardından da eklemişti; "Bana göre en cahil ve en aptal bir kadın bile, erkeği nasıl baştan çıkaracağını içgüdüsel olarak bilir. Biraz daha gerçekçi, kadınları meta olarak göstermeyen bilgiler verin."
Şimdi yine kızabilir bize sevgili Serpil. Manşetimizin konusu da aşkla, meşkle, evlilikle ilgili...
Aslında mutlaka Serpil de biliyor, aşk ve seks güdümüz, yemek ve içmek kadar önemli. İşimiz ne kadar iyi olursa olsun, karnımız ne kadar çok doyarsa doysun, sırtımız ne kadar pek olursa olsun, hayatımızda biri yoksa mutsuz oluyoruz. Haftalar önce yayınladığımız mektubu ve sizlerden gelen yanıtları hatırlayın. Çoğunluğun derdi yalnızlıktı, bir sevgiliye duyulan özlemdi. Evet, para önemli, kariyer önemli, eğitim önemli ama aşk da önemli.
Sadece erkeklerin değil, kadınların da aşka, sevgiye ihtiyacı var. Baştan çıkmaya, çıkarılmaya, çıkarmaya... Bizler genellikle araları bulamıyoruz, ortalarda dolaşıyoruz hep, uçlarda yaşıyoruz. Feminist olmak, erkekleri baştan çıkarmamak anlamına gelmiyor. Bilmemek, uğraşamamak da. Feminist veya antifeminist her kadın, her erkek beğenilmeye, baştan çıkarılmaya ve çıkmaya ihtiyaç duyuyor.