kapat

10.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
COŞKUN KIRCA(ckirca@sabah.com.tr )


İlke ve İstisnaları

İnsan haklarına ve hukuk devleti ilkesine dayanan devletlerde telefonlar idare tarafından dinlenebilir mi? Bu sorunun cevabı açık olduğu kadar basittir: İlke olarak dinlenemez. Ancak, kanunun cevaz verdiği hallerde, özellikle suç kovuşturması vesilesiyle telefonlar, hâkim kararıyla savcılık veya polis tarafından dinletilebilir. Eğer gecikmede sakınca varsa bu konuda kanunun yetkili kıldığı merci de dinletmeye karar verebilir. Bundan başka eğitim ve öğretim kurumlarında, zaten telefonda özel konuşma yapılamayacağı için resmi görev ve hizmet görülen mahallerde, ceza ve tutukevlerinde telefonlar dinlenebilir. Bu kurallar Anayasa'nın 22'nci maddesinde yeralmaktadır.

Fakat, bu anayasal hükümler eksiktir. Gecikmede sakınca varsa dinletmeye kanundan aldığı yetkiyle karar verebilecek olan idari merciin bu kararını en geç uygulama tamamlandıktan hemen sonra görevli hakimin onayına sunma yükümü altında olduğu Anayasa metninde unutulmuştur. Bu alanda görülen suistimâllerin çoğu bu unutkanlık yüzündendir. İkinci eksiklik, gecikmede sakınca bulunan hallerde dinletmeye karar verebilecek merciin savcılık veya bir merkezi idare mercii olmasının Anayasa'da belirtilmiş bulunmamasıdır.

Usulsüz dinleme ve delil
Kanuni usulüne göre yapılmamış dinletmelerin mahkeme önünde geçerli olup olmadığı konusu ise, Batı'da bazı önemli yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulmuştur. Bu içtihatları şöyle özetlemek mümkündür: Mahkeme bu gibi dinletmelerin kayıtlarını ancak hakkında kuşku duyulamayacak ölçüde suç delili niteliği taşıyorlarsa kabul edebilir. Zira, dinletmenin kanuna uygun olmayışı dinlenen konuşmanın bizatihi suç oluşturması olgusunu ortadan kaldıramaz. Aksini düşünmek, usulü esasa tercih etmek olur.

Tam bir rezalet
Haberleşme hürriyeti, kişinin özel hayatını ve mesleki sırlarını korumak için vardır. Telefon dinleyen kamu görevlisinin kendi üstündeki kamu görevlilerinin görev ve hizmetle ilgili konuşmalarını dahi dinlemeye kalkışmaları ise hiçbir suretle kabul edilemez.

Ülkemizde bütün bu densizlikler bol mikyasta sergilenmektedir. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, Genelkurmay Başkanı'nın, bakanların -resmi olanlar dahil- telefonlarının polis tarafından ve polisin polis tarafından dinlenmesi tam bir kepazeliktir.

Gün aşırı ortaya çıkan bu rezaletler devletin ne kadar yozlaştığını inkâr kabul etmez bir açıklıkla gösteriyor. Görülen manzara, sadece sade vatandaşın değil, sade vatandaşın haklarını korumakla yükümlü devletin dahi hiçbir teminata sahip olmadığıdır.

Kanserden kurtulmak
Son rezaletlerin meydana çıkardığı gerçeklerden biri de, sadece siyasi partilerin değil, takiyyeci tarikatlarin bile polis örgütüne vahim ölçüde sızmış bulunduklarıdır.

Görülüyor ki kanun ve nizamları değiştirmek de devleti sürüklendiği bataktan kurtarmaya yetmez. Kanun ve nizamlar, ancak kanuna ve devlete saygılı ve partizan olmayan kamu görevlileri eliyle uygulanırlarsa geçerlilik kazanabilirler. Kamu görevini particilik veya bir adım daha ileri giderek çetelik sananların kanuna, nizama, devlet ve vatandaşa saygılı olmasını beklemek boşunadır. Bu gibiler, idareden ayıklanmadan hiçbir ciddi reform yapılamaz. Yürürlükteki kuralların böylesine bir tasfiyeyi başarmaya yetebileceği ise pek kuşkuludur. Cumhuriyet'in değişmez niteliklerine ters düşen kişiler, devletin -Silahlı Kuvvetler dışındaki- tüm görev ve hizmet alanlarını vahim biçimde işgal altına almışlardır. Bu sebeple, böyle bir tasfiye, çabuk işleyebilecek olağanüstü kurallara ve bu kuralları tam bir nesnellikle uygulayabilecek vasıfta görevlilere ihtiyaç gösterir. Bunlar kanunu uygular ve kanunu uygularken sırf kamu yararını gözönünde tutarlar. Kamu görevlileri ayrıca, yine kanunun gösterdiği bir hiyerarşi içinde emir alır, emir verir ve uygulama yaparlar. Aksi halde, çetenin görüşü veya çıkarı, devletin ilkelerinin ve kamu yararının üstüne çıkarılmış olur.

Tarikatçilik ise, dernek, vakıf veya sendikanın aksine, hiçbir açık ve resmi yapıya sahip olmayan ve tarikatın başı tarafından tesbit edilmiş bir hiyerarşi içinde onun kerametine mutlak itaati gerektiren bir kuruluştur. Nasıl ki çete resmileşemez ve resmileşmek suretiyle açıklık kazanamazsa, tarikat de resmileşemez ve açıklık kazanamaz. Tarikatçi kamu görevlisi, devletin kanun ve nizamının belirlediği kamu görevlisinin emrine kıyasla tarikat liderinin ve ona bağlı hiyerarşinin emrini dini inancı gereği tercih etmekle kendisini yükümlü sayar. Uygar bir demokratik devletin böyle bir durumu kabullenmesi düşünülemez.

Bir gerçeği tekrar edelim: Kanserli hücreler vaktinde ameliyat edilmezse, kanser tüm vücudu sarar. Sonuç malumdur.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır