kapat

10.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ASAF SAVAŞ AKAT(aakat@sabah.com.tr )


Bütçe üstüne

Konjonktürle beraber ekonomiye bakış açımız da değişiyor. Geçen yıl en yakından izlediğimiz gösterge bütçe performansı olmuştu. Özellikle faiz öncesi dengeye büyük önem veriyorduk.

Neden? Çünkü, Yılmaz hükümeti enflasyonu düşürmek amacı ile maliye politikasını sıkma yoluna gitmişti. Ekonomi 1998'e çok yüksek büyüme hızı ile girdiğinden enflasyonun gerilemesi için mutlaka faiz öncesi fazlada büyük artış gerekiyordu.

Okuyucularım belki dikkat etmiştir. Bu yıl bütçeden pek söz etmiyoruz. Yılbaşından bu yana sadece bir kez ele almışız. Ocak-Mart bütçe gerçekleşmesi yayınlanınca, faiz dışı giderlerdeki artışın bizi rahatsız ettiğini söylemişiz.

Neden böyle? Önce, iki nedenin altını çizmek istiyorum.

Birincisi, 1999'a aslında bütçesiz girdik. Ecevit'in Aralık'ta kurduğu azınlık hükümeti, bilinen nedenlerle bütçe kanununu Meclis'ten geçiremedi. Seçim hükümetinin maliye politikasını ciddiye almadığımı ifade etmek zorundayım.

İkincisi, ekonomide resesyon vardı. İthalat ve iç satışlardaki düşüş dolaylı vergi hasılatında mutlaka bir gerilemeye yol açacaktı. Vergi reformu çerçevesinde tarifenin inmesi de gelir vergisine vuracaktı.

Bu durumda, politik ve konjonktürel nedenlerle, faiz öncesi fazlanın erimesini ve bütçe açığının büyümesi bekliyorduk. Tersi imkansızdı. Hatta, resesyon sırasında kamu açığını kapatma çabaları ekonomiye zarar verebilirdi.

Operasyonel denge
Profesyonel iktisatçılar bütçe açığını öçmek için farklı kavramlar kullanıyorlar. Bunlardan biri bildiğimiz açık. Yani, fiilen devletin gelir ve giderleri arasındaki fark. "Nominal denge" diyelim. Düşük enflasyonlu ülkelerde bu sayı tek başına çok anlamlı.

Fakat Türkiye'de enflasyon çok yüksek. Kaçınılmaz olarak TL faizleri bu enflasyonu kapsayacak düzeyde seyrediyor. Dolayısı ile TL faiz ödemeleri enflasyonun etkisini taşıyor.

Bu etkiyi telafi etmek için, iki ayrı sayıya daha bakılıyor. Biri bizim de çok sık kullandığımız "faiz öncesi denge". Devletin gelirleri ile personel ve diğer cari ödemelerini karşılayıp karşılamadığına bakıyoruz. Türkiye'de 1994'den bu yana faiz öncesinde bütçe fazla veriyor.

İkincisi, faiz ödemelerinden enflasyon etkisini düşürünce bulunan sayı. Buna "operasyonel bütçe dengesi" deniyor. İsterseniz "reel bütçe dengesi" de diyebilirsiniz.

Yüksek enflasyon ortamında, ciddi bir faiz öncesi fazla varsa, bütçe açığı milli gelirin yüzde 7-8'ine ulaşırken operasyonel denge küçük bir fazla verebiliyor. En azından, reel açık milli gelirin yüzde 1-2'si düzeyinde kalabiliyor.

1994 sonrasında bunu çok iyi görüyoruz. Nominal açık yüksek. Fakat operasyonel açık ya düşük yada hiç yok. Örneğin 1998'de reel olarak bütçe küçük bir fazla veriyor.

Politika açmazları
Görüldüğü gibi, karmaşık bir sorunla karşı karşıyayız. Bir yandan hükümetin resesyonla mücadele etmek için maliye politikasını gevşek tutması gerekiyor. Aslında reel açık küçük olduğundan bunu yapacak manevra alanı var.

Fakat aynı anda kamuoyu ve piyasaların gözü nominal açıkta. Ona bakıp tedirgin oluyorlar. Açık büyüyünce risk primi artıyor. Faizler yükseliyor.

Hükümet harcamalarını kısarsa vergi hasılatı düşüyor. Yani sıkı maliye politikasının bütçe açığını büyütmesi ihtimali hiç de uzak değil. Harcamayı gevşetse belki vergi geliri yükselecek ama bu kez reel faiz giderleri tırmanacak.

Hükümetin işi zor. Kırk satırı mı, kırk katırı mı tercih edeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır