kapat

10.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Tepelerde Apo değerlendirmesi

Türkiye "terörist Abdullah Öcalan" duruşmasına kilitlendi. Özellikle "Şehit ailelerine" endekslenen habercilik yaklaşımı nedeniyle bütün ülkede müthiş bir "milliyetçilik" rüzgarı esiyor.

Gazete ve TV haberlerinin olağanüstü hamaset edebiyatı ile sunulması halk arasında da tartışmalara neden olduğu gibi, öğrendiğime göre devletin üst katlarında da dikkatle izleniyormuş.

Hafta başında Dışişleri'ne yakın bir isimle birlikteydim. Anladığım kadarıyla devlet ve hükümet yönetimi terörist Abdullah Öcalan için verilecek cezanın uygulanması konusunda sürekli "durum değerlendirmeleri" yapıyormuş.

Türk ceza yasalarına göre İmralı'daki Devlet Güvenlik Mahkemesi hakimlerinin teröriste verecekleri ceza aşağı yukarı biliniyor. Teröristin işlediği suçların yasalarımızdaki karşılığı ölüm cezası.

Ancak bu cezanın uygulanıp uygulanmaması önce Yargıtay'a, sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne en sonunda da Cumhurbaşkanı'na kalıyor.

Bu nedenle devletin ve hükümetin en tepe noktalarında Apo'nun idam edilmesi ya da edilmemesi haline göre beklenen muhtemel senaryolar üzerinde çalışmalar yapılıyormuş.

Örneğin bir toplantıda "Apo idam edilirse ne olur?" sorusuna cevap aranıyormuş. Öğrendiğime göre özellikle Dışişleri Bakanlığı, cezanın infazı halinde Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik terör saldırılarının artmasından duyduğu endişeyi dile getirmiş. Ayrıca infazın yapılması halinde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinin olanaksız hale geleceği, Gümrük Birliği anlaşmasının askıya alınacağı, Türkiye'ye gelen kredilerde çok önemli bir azalma olacağı, turizmin önümüzdeki 5 yıl için unutulması gerektiği, bilim, sanat ve kültür ağırlıklı uluslararası etkinliklerin çok aza ineceği de dile getiriliyormuş.

"Apo idam edilmezse ne olur?" sorusuna karşılık ise bu kez "Apo'yu kurtarmak" amacıyla yine özellikle dış temsilciliklere yönelik terör saldırılarının olacağı, infazın yapılmamasına aşırı tepki gösteren Türk halkının yönetime karşı hoşnutsuzluk içine girebileceği değerlendirmesi yapılıyormuş. Buna karşılık Avrupa ile ilişkilerde yumuşama yaşanabileceği, Avrupa Birliği üyeleği sürecinin hızlanabileceği, turizm ve yabancı yatırım gelirlerinin artabileceği belirtiliyormuş.

Kısacası devletin tepesi, Apo musibetinin akıbetinin Türkiye'nin çıkarı için en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor.

Denizden gelen tehdit!
Ulusça denizi pek sevmediğimiz biliniyor. Üç tarafı denizle çevrili olmasına rağmen denizcilikte vardığımız nokta ortada. Ama geçen hafta öyle bir olay dinledim ki, Türk milletinin denize sevgisizliğini çok güzel ortaya koyuyordu.

İsmi o dönemde çok anılan bir işadamı 80'li yıllarda o sırada Devlet Başkanı olan Kenan Evren'le görüşmeye gitmiş. Evren İstanbul'da ve Tarabya'daki Huber Köşkü'nü yazlık makam olarak kullanıyor.

İşadamı Huber Köşkü'nün önüne geldiğinde başı yukarı kaldırmış ve Köşk'ün Cumbası'nda çalışan Evren'in başını görmüş.

İşadamı çok sıkı bir arama taramadan geçtikten Evren'in yanına çıkmış, görüşme bittikten sonra Köşk'ten ayrılırken, daha önceden tanıdığı Güvenlik Albayı'na "Çok sıkı güvenlik önlemi alıyorsunuz. Ama gelirken Sayın Devlet Başkanı'nı dışarıdan bakınca gördüm. Bunu bilen teröristler bir motorla gelip, dürbünlü tüfekle ateş edemezler mi?" diye sormuş.

Güvenlik Albayı "Hiç merak etmeyin, biz Türkler'in aklına denizi kullanmak hiç gelmez, ne olursa karada olur" cevabını vermiş.

Gerçekten, hafızamı zorladım, bugüne kadar denizden gelen hiçbir tehlike (tanker çarpmaları ve denizdeki kazalar hariç) yaşamamışız, en azından ben hatırlamıyorum.

Saygın'ın hassasiyeti
Ha yazdım, ha yazacağım derken, günler geçip gitti. Hükümet kuruldu. Bakanlar belli oldu. Baktık ki, kabinede bir tek kadın bile yok. Kadının varlığını hiçe sayan bu tabloyu sineye çekmek hiç de kolay değil. Ama Türkiye'nin acil sorunları dururken, Apo davası gibi uluslararası bir konu gündemin birinci maddesini işgal ederken, Türkiye'nın çağdaş çabalarına yakışmayan bu "erkek kabine" ile uğraşmaya vakit bulamadık.

Tam, bir çift söz etmenin fırsatını bekliyordum ki, Işılay Saygın patladı, haklı olarak...

Uzun yıllar harcadığı siyasette, çeşitli bakanlıklar üstlenmiş olan Işılay Hanım'ın gönderdiği basın bildirisi barut gibi... Bildiri, iki bakımdan hoşuma gitti. Birincisi, bu "erkek kabine"yi içine sindirememesi; ikincisi ise, "hassas dönem" gerekçesiyle buna rağmen hükümete güvenoyu vermeyi düşünmesi...

Saygın, çok da güzel bir "boşluk" yakalamış, bakın ne diyor:

"Protokol gereği bir partiye verilen 'Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu devlet bakanlığının dahi bir erkek tarafından temsil edilmesini, özellikle parlamentoda en çok kadın temsilcisi bulunan bu partinin demokrasi anlayışına sığdıramadım."

Bu söze daha ne eklenir?

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır