Geçenlerde Sabah'ın manşetinden duyurulan müthiş buluş, aslında "birey özgürlükleri" kavramını altüst edecek kadar önemliydi: Düşünceyi okuyan bilgisayar yapıldı...
Ondan birkaç gün sonra Aktüel Dergisi'nde bir haber vardı. Siz üstünüze istediğinizi giyin, bütün giysilerinizi transparanlaştıran ve sizi anadan üryan hale getiren özel kameralar üretilmiş.
Ve bugün yine Sabah'ın manşeti: Dev kulak... ABD, bütün dünyayı kapsama alanı içine alan dev bir dinleme sistemi geliştirmiş. Dünyanın her köşesinde istediği konuşmayı dinleyebiliyor, özel hayatımıza dingonun ahırı gibi girebiliyormuş.
Bu hızla beş-on yıl içinde bilinçaltımızı da satır satır, kare kare okuyup, bizi bizden iyi bilmeyeceklerini nasıl umarız?
İşe bakın... Bizler, her şeyi bireyin hak ve özgürlüklerine, haberleşme ve özel hayat gizliliğine; bunların kutsallık ölçüsünde dokunulmazlığına endekslemişken; bireyin özgürlüğünü insanlığın tek tutamağı, neredeyse tek kutsalı haline yükseltmekle meşgulken birileri teknolojinin ince parmaklarını bireysel benliğimizin en ücra noktalarına kadar uzatıyor.
Yıllarca devlet şeffaf olsun; adalet mekanizması, karakollar, bankalar, şirketler, ihaleler açık olsun diye tutturduk.
Nereden bilebilirdik bu içten ve yüce talebimizin günün birinde dönüp bizim başımıza patlayacağını... Şimdi de birileri bizleri; birey birey hepimizi şeffaf olmaya zorluyor: "Gizlin saklın kalmasın, için dışın bir olsun" diye dayatıyor.
Tanrım, bu ne içinden çıkılmaz ikilem! Bir yandan her şey göz önünde olsun, gizli saklı kalmasın, kapalı karanlık kutular açılsın görelim; görelim ki içimiz rahat, korkusuz ve kuşkusuz bir dünyada yaşayalım, diye çırpınalım. Öte yandan bu çırpınışımız kendimizi bir kara kutu gibi saklama özgürlüğümüzü yıksın, birey olabilmemizin kalın kabuklarını eritip döksün.
İlk bakışta hemen Orwell'in "Büyük Ağabey" kabusunu çağrıştıran bu tabloya bir de başka türlü bakmayı deneyemez miyiz?
Bilgi teknolojisinin kötü bir emrivaki olarak karşımıza diktiği bu durumdan dünyanın en büyük glasnost'u doğabilir: Özel Hayatlarda Glasnost!.. Afişe olma korkusuyla yürek çarpıntıları içinde yaşamanın yerini deklare etme cesareti alabilir. İnsanlar, özel hayatlarının üstüne astıkları paslı kilitleri çıkarıp gizliliğin özel hayatlarımız üzerindeki tahribatından kurtulabilir.
Bugünkü gizliliğin en kötü tarafı, içimizde taşıdığımız "zaaf"ların, "kötülük"lerin ve "çirkinlik"lerin, sadece bize has olduğunu zannetmemiz; ne kadar genel ve belki de ne kadar masum olduğunu bilmememizdir. Zavallı ruhlarımız sürekli olarak, içimizde taşıdığımız bu zaaflar, ayıplar, günahlar tarafından zehirlenir, zehirlendikçe içe kapanır. Deşifre olma korkusunun yerini, insani zaafları paylaşmanın aldığı "şeffaf bireyler" üzerinde yükselen açık bir toplum... İnsanların, hayatın her alanında savunamayacağı şeyleri yaşamadığı, ama yaşadığı her şeyi de savunabilecek yürekliliğe eriştiği erdemli bir topluma ulaşmanın yolu bu olamaz mı?
Yeni bin yılın belki de ilk yıllarında birey olmakla, onun dokunulmaz hak ve özgürlükleriyle, özel yaşamla ilgili bütün düşüncelerimizi sil baştan gözden geçirmek; belki de yepyeni bir insan tanımı yapmak zorunda kalacağız.
Bu iyi mi olacak, kötü mü? Bilemem... Belki kimimiz kişilik zırhlarının eriyip dökülmesi karşısında çıldırtıcı bir paniğin içinde debelenecek; kimimiz benliğini kuşatan o ağır zırhın ağırlığından kurtulmanın ferahlığını...
Kim bilir...