kapat

08.05.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
I H Y
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NURİYE AKMAN(nakman@sabah.com.tr )


Kasrı Kanco'nun unutulmuş çocukları

110 yıllık mazisi olan Kasrı Kanco'ya uğradım. 2 bin nüfusun yaşadığı köyde ne doktor, ne hemşire, ne de öğretmen var

Geçen hafta izlenimler aktardığım HADEP'in Güneydoğu'da kazandığı bazı belediyeleri dolaşırken ünlü Kasrı Kanco'ya da uğradım. Mardin'in Derik ilçesine 30 kilometre, Urfa il sınırına 10 kilometre uzaktaki bu köy, adı Atlı olarak değiştirilmiş olsa da hâlâ bütün köye adını veren o muhteşem taş binayla anılıyor. 50 hanelik köy, eski CHP, SHP ve DEP milletvekillerinden Ahmet Türk'ün aşiretine ait.

*Türk aşiretinin büyük konukseverliğiyle ağırlandığım Kanco'nun Kasrı, bir bakışla kale, bir bakışla küçük bir şato ya da büyük bir han gibi. 110 yıllık bir mazisi var. Hüseyin Kanco, Hamidiye alayına bağlı bir Kürt komutan olarak biliniyor. Burası Suriye sınırına 40 kilometre uzakta olduğu için Türk aşireti o dönemde Arap akınlarıyla gelen talana karşı mücadele ederlermiş. Kasrı Kanco'nun yaşamında, aralarında milletvekilleri de bulunan onlarca insanın öldüğü kan davaları da var. Kan davalarını sona erdiren 1991 barış görüşmelerinin hemen ardından bölge bu kez de PKK kaynaklı acılara sahne oluyor. Kurunun yanında yaşın da yandığı, iki ateş arasında kalındığı, baskınların, işkencelerin, ihanetlerin yaşandığı bir dönemin ardından aşamalı olarak bugünkü huzur ve güven ortamına geliniyor.

*İçi de dışı da son derece etkileyici olan bu efsanevi yapıda yaşayanların bugünkü problemleri neler?
Doktor yok
*Ocağı var doktoru yok, okulu var öğretmeni yok:

İki mezrasıyla birlikte yaklaşık 2 bin nüfusun yaşadığı köydeki sağlık ocağı 7 yıldır kapalı. Ne doktor, ne hemşire, ne de bir ebe var... Bahçesinde inekler otluyor, çocuklar oynuyor. 60 çevre köyünün bağlı olduğu Sağlık Ocağı'ndan yaklaşık 2 bini çocuk, 8 bin kişi bugün hizmet alamıyor. İçinde doktorun olduğu en yakın sağlık kuruluşu 40 kilometre uzakta Kızıltepe'de bulunuyor. Kasrı Kanco sakinleri, buraya güvenlik olmadığı gerekçesiyle gönderilmeyen sağlık personelinin çok daha ücra dağ köylerine verilebildiğine dikkat çekip "Güvenliğin kefili biziz" diyerek "ambargo"nun artık bitmesini istiyorlar. Acil durumlarda mezralardaki hastalarını "uzaklara" yetiştiremedikleri için acıklı durumlarla karşılaşıyorlar. Doğumda profesyonel yardım alamayan kadınların çocukları sakat doğuyor, havale geçiren çocuklar "özürleniyor."

Köydeki doğumlara yardımcı olmaya çalışan ama ellerinde hiçbir imkan olmadığı için çaresiz kalan, mesela ters gelen çocukları düze çeviremeyen bir kadın soruyor: "Biz bu milletten değil miyiz? Neden başımızda doğru dürüst bir ebemiz bile yok?"

Unutulmuş çocuklar
*Köy halkı, "Koruculuğu benimsemeyişin" bir sonucu olduğuna inandıkları "öğretmensizlik"ten de artık kurtulmayı umuyor. Öğretmensizliği, doktorsuzluktan daha kötü bir durum olarak değerlendirmeleri içimi acıtıyor. Çocuklar kırıp dökmesin diye okulun kapısına kilit vurulmuş. Sıralar, tahtalar derin bir uykuya dalmış. 7 yıl önce okula başlama yaşında olanlar bugün 14 yaşında ve çoğu hiç öğretmen görmemiş. Bırakın okuyup yazmayı, Türkçe bile konuşamıyor. Sorularımı anlayamıyor. Çoğu çobanlık yapıyor. Unutulmuş çocuklar onlar.

*En yakın "öğretmenli okul", 15 kilometre uzakta Derik'e bağlı Kutluca köyünde. Orası için söz konusu olmayan güvenlik sorunu, burayı cahil bırakmaya yetiyor. Ne yazık ki taşımalı eğitimden bile yararlanmamışlar. Ne devlet davet etmiş onları, "öğretmen veremedik ama işte servisiniz, çocuklarınızı öğretmenin olduğu şu köyde okutun" diye; ne de köylüler bir servis aracı tutup çocukları başka bir okula göndermeyi akıl etmiş. Köy, hiç öyle kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde de değil üstelik. Onlar da unutmuş kendi çocuklarını.

* Megafonla anons edilerek okulun kapısında toplanılması sağlanan onlarca çocuktan sadece bir tanesinin; Sezar Türk'ün Türkçe konuşabildiğini görmek beni kahretti. O da üçüncü sınıfa kadar Kızıltepe'de okumuştu. Daha sonra köye dönünce öğrenimi yarıda kesilmişti. Şimdi "cahil kalmak istemiyorum" diyordu.

Diyarbakır'a, Mardin'e, Urfa'ya bu kadar yakın bir yerde çocukların böylesine "kayıp" olabilmesine insan isyan ediyor. Çocuklar, bu "Tok evlerin aç kedileri" kimbilir daha kaç yıl öğretmensiz kalacak? Tabii onlarla birlikte okulu olmayan çevre köylerin çocukları da.

*Okulun niye kapandığının öyküsünü köylü şöyle anlatıyor: "1991'de bölgede huzur-güven yoktu. Öğretmenimizi köy odasında yatırıyorduk. Bir gün örgüt sırayı yakmış. Bizim haberimiz yok. Sabah duyduk okulun yandığını. Sonra elbirliğiyle yanan okulumuzun boyası, sıvasını hazırladık, onarımını yaptık. Ama o günden itibaren bir daha öğretmen gelmedi. Hadi o zaman huzur yoktu. Ama şimdi var. Bir öğretmen gelse de okulun kapısını açsak artık."

'Düşünemedik işte'
* PKK'ya köy merkezinden değil ama çevre mezralardan katılan olduğunu belirten köylüler, "Bundan, buradaki insanlar da zarar gördü. Bizim akrabamız örgütte olduğu zaman onun cefasını biz de çekmişiz" diyorlar. Onlara "7 yıl boyunca böyle tek ayak üstünde köşede cezalı bekleyen öğrenciler gibi bekleyeceğinize neden kendi imkanlarınızla bir servis tutup çocukları topluca Kızıltepe'ye göndermediniz?" diye soruyorum. Çünkü içlerinden bir-iki ailenin bu amaçla Kızıltepe'de ev tuttuklarını öğreniyorum. Cevap: "Yapamadık işte." Peki bunu psikolojik nedenlerle yapamadınız diyelim, neden içinizden biri günde iki saat çocukları toplayıp hiç değilse onlara okuyup yazmayı öğretmeyi denemedi?" diye sorunca da aynı cevap: "Düşünemedik işte."

*Aşiretin ileri gelenleri oylarını 4.2'den 4.7'ye çıkardığı için HADEP'in başarılı sayılamayacağını söylüyor. Ama şehir merkezlerindeki oy oranının kırsal kesimde hiç görünmemesinin ilginçliğine de dikkat çekiyor. Bense, sözü kadınlara getirmek istiyorum. Köy nüfusunun üçte birini oluşturan kadınların çoğu hiç okul yüzü görmemiş. Kadınlara beceri kazandırmaya yönelik bir eğitim programı da düzenlenmemiş. Aşiretin büyükleriyle oturup konuşurken neden kadınların da yanımızda bulunmadığını soruyorum. "Burası köy odası. Erkeklere mahsusdur" diyorlar. Kadınlar da şurada yanımızda otursa, hep birlikte konuşsak ne olur sanki?

"Şimdi bu aşiretsel yapıdır. Sen karını alır buraya gelirsen başka ağa gelecek diyecek ki sana bunların köy odasında kadın oturuyor."

İyi ama ben girdim hem de baş köşeye oturttunuz.

"Sen misafirsin. Kimse yokken bayanlarımız da gelir oturur da yabancı misafir olunca giremez. Sanki şehirlerdeki kahvelere kadınlar girip oturabiliyor mu?"

*Bunun üzerine, düğünlerde kadınların erkeklerle kol kola dans ettiğini anlatıp beni hayrete düşürüyorlar. Zaten sosyologlar da çok şaşırıyormuş. Urfa'nın köylerinde kadın erkek birbirlerini düğünde bile görmezken buradaki serbestiyi çözememişler. Konuk trafiği çok yoğun olan Kasrı Kanco'nun kadınlarıyla, birinci görevleri sayılan yemek pişirme eylemi sırasındaki temaslarım duygularını ifade etmede ne kadar çekingen davrandıklarını gösterdi. Dil, bir engel olsa da çekingenliği asıl yaratanın geçmişte yaşanan "şiddet anıları" olabileceğini düşündüm. Ama bana "duygular zaten ifade edilmemek içindir. Ayıplanan şeydir. Feodalizmin bir boyutu da budur. Çekingenlik öğretilen bir şey" denildi. Görüşü dile getiren kişi, yöreden çıkmış ama yüksek öğrenimini yurtdışında yapmıştı. Dönüp köyüne geldiğinde insanlarla Türkçe diyaloğa giremediğini, modernliğin kendisini orada bir yabancı pozisyonuna düşürdüğünü anlattı.

Kol kola dans
*Bir modernleşme öyküsü olarak "taziye" ağırlamalarının artık kalktığını da anlatıldı. Eskiden taziyeye gelen herkes arabasına bir çuval şeker, iki çuval pirinç, bir koç koyar gelirmiş. Türk aşireti bu eziyetli adeti 92'den bu yana kaldırmaya çalışmış. Kapıya kadar gelen misafirleri üzmeden arabalarındaki yükleri evlerine geri götürmeleri istenmiş. Böylece her gelene kazan kazan yemek verme usulü de kalkmış. Bu, daha çok fakirleri külfetten kurtarmak içinmiş. Çünkü bir araba tutup, bagajı erzakla doldurma imkanı bulamayan, taziyeye gelemiyormuş utancından. Şimdi minibüse binip gelebiliyor, bir Fatiha okuyup, bir başsağlığı dileyip gidebiliyormuş. Böyle böyle modernleşiliyormuş...

* Okulu var öğretmeni yok, ocağı var doktoru yok bu köyün bir de santrali var ama tabii ki işlemiyor. "5 yıl olmuştur santralın inşaatını bitirmiyiz ama HADEP'li olduğumuz için açtıramıyoruz" diyorlar. Benim de gözleyip, dinleyip, öğrenip de size "aktarabileceklerim" burada bitiyor.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır