Duygusal olduğumuz sürece, hele menfaat ve çıkar düşünerek, gerçekleri göremeyip ve söylemeyerek bir yere gelmemize imkan yok. Geçmişte de aynıydı bu... Böyle de devam ediyor. "Aman gerçekleri söylersem, aramız bozulur. İleride, olur ya, bir işim düşer. Sıkıntı olmasın" düşüncesi bizde vazgeçilemeyen bir hastalık... İşte bununla bir yere varamayız.
Mustafa Denizli, 39 yaşındaki kaleci Engin'den medet umarsa, takımında oynamayan Sergen ve Tugay'a sahip çıkarsa, Fatih Terim, "Rakiplerim yürüyor. Ben de kazaya kurban gitmeyeyim. İşi sağlama alayım" diye düşünürse, işte Türk futbolunun hali.
Sarı-kırmızılı takımın rakipleri, kendileri yürüdükleri için G.Saray'ı koşuyor zannediyorlar. Bunu sağnak yağmurda çok delikli bir şemsiye ile gezmeye benzetiyorum. Delikleri kapatmaya çalışıyorlar, ama nasıl? Haftalık, aylık veya senelik yamalarla. Sağlam kapatmadıkları için de öbür tekini yamarken, yaptıkları patlamakta. Hele biraz da ufak fırtına çıktığı zaman şemsiye ters dönüp ıslak olan vücutları tekrar ıslanmakta. Bir de, neden döndü diye kızıp, sağa-sola saldırmayı adet haline getirmekteler.
G.Saray'ın şemsiyesi biraz daha az delikli. Metooroloji ile uyum sağladıkları için, pek fırtınalı havalarda dolaşmamaktalar. Yine diğerlerine nazaran şemsiyelerinde iyi malzeme kullanıp, delikler de az olduğundan daha az ıslanmaktalar. Eve gittiklerinde ıslanan yerlerini kurutmak kolay olduğu için fazla zorluk çekmemekteler.
Özetle; "Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi" diyoruz.