Başkan Mehmet Ali Yılmaz'ı hiç böyle neşeli görmemiştim. Islık çalıyor, fıkra anlatıyor ve bariton bir sesle şarkılar patlatıyordu. Nedenini sormadım, çünkü biliyorum. Sinirlendiği zaman böyledir. Kendisi de karşılığı olmadan para vermenin adının enayilik olduğunu dile getirenlerdendi. Hep, "Orada doğduk, İstanbul'da kazanıyoruz ama şehrimize destek vermeliyiz" derdi.
Başkan, öncelikle bordo-mavili futbolculara kızgın. Yılmaz, "Giydikleri formaya, ekmek yedikleri kapıya ihanet edenler var" dedi, sonra da ekledi: " Öyle bir maç oyna, ötekinde oynama. Yok öyle! Kazın ayağı böyle değil. Ben onlar zarar etmesin diye dolar ile ödeme yapayım, onlar da beni rezil etsinler."
Bazı yöneticilere de öfkeli olan Yılmaz, "Yanımızdaymış gibi görünüp, yılan gibi sokanlar da var. Ve casusluk yapanlar da" diyor.
"Tamam, bütün hata bende" diyor Yılmaz: "Verdiğim onca paraya, emeğe ve prestije rağmen, en büyük hata benim. Hiçbir yerde adımın kalmasını istemiyorum. Demiyorlar mı, gururumuzu ver, adını geri al diye. Buyursunlar."
Eski başkan Faruk Özak'a da söz atmadan edemiyor Yılmaz: "Başkanlığı zamanında hep yardımcı oldum. Ama o bırakın yardım etmeyi, büyük tartışma toplantımıza bile katılmadı."
Seyirciye de küskün Yılmaz: "Bana bir gün ağız tadıyla maç izlettirmediler. Oturdular seyrettiler. Biri çıkıp söylesin, hangi gün takımlarını delikanlı gibi desteklediler. Mahalleler birbirlerini yedi, olan Trabzon'a oldu."
"Neden bıraktınız" sorusuna da Yılmaz'ın cevabı ilginç: "3-5 kuruşluk prestijimiz var. Onu da bazı şerefsizler yüzünden kaybetmeyeyim. Bir gün sokakta arkamdan küfür edecekler. Bırakmakta yarar var."