kapat

PERŞEMBE 15 NİSAN 1999

GÜLAY GÖKTÜRK (e-posta:ggokturk@sabah.com.tr )

Dilini kaybetmek

"Mültecilik" olgusunun şimdiye kadar üzerinde fazla yazılmayan bir yönünü görmek, hissetmek istiyorsanız, Neşe Düzel'in Pazartesi günkü Radikal'de yayınlanan nefis söyleşisini okumalısınız.

Savaşın, katliamın, yıkımın, evinden yurdundan edilmenin bir gün birdenbire yabancı bir ülkede evsiz, yurtsuz, parasız pulsuz kalıvermenin ne demek olduğunu, daha önce de birçok mültecinin ağzından dinlemiştik.

Ama dilini kaybetmenin ne demek olduğunu hiç bu kadar çarpıcı bir biçimde dinlememiştik.

1992'den beri Türkiye'de yaşayan Boşnak mülteci Azra Bihorac bize; konuşmayı, zorunlu ihtiyaçların giderilmesinin ötesinde, "kendini ortaya koymanın" en temel aracı olarak algılayan bir insanın, ortasına savrulduğu o yeni toplumda, birdenbire dilsiz kalmasının ne büyük bir işkence olduğunu anlatıyor.

Ve onun söylediklerini okurken benim yüreğim sıkışıyor.

***

Mülteci olmak, herkes için zor bir deneyimdir. O zamana kadar biriktirdiğiniz ne varsa hepsinden, kültürünüzden, bütün ilişkilerinizden, işinizden ve ülkenizden kopmak herkes için ciddi bir travmadır.

Ama başınızı sokacak yeni bir yer, karnınızı doyuracak yeni bir iş bulmak belki de işin en kolay tarafıdır. Eskisinden daha kötü bir evde oturmayı, daha az kazanıp daha az tüketmeyi göze alabilirsiniz. Eğer ana dilinizi, zaten 300-500 kelime ile konuşan biriyseniz, 5-6 ay içinde göçtüğünüz ülkenin dilini de 300-500 kelime ile konuşmayı öğrenebilir ve "iletişim sorunu"nu bu anlamda çözebilirsiniz.

Ama eğer dil sizin zorunlu ihtiyaçların karşılanması için bir araç olmanın ötesinde bir şey ise; kendinizi ortaya koymanın en temel aracı ise, düşünmenin, fikir geliştirmenin, başkalarıyla zihinsel alışverişin olmazsa olmaz şartı ise; diliniz elinizden alındığında tam olarak aciz bir yaratığa dönersiniz. Siz olmaktan çıkar, başka biri olursunuz ve asıl "siz"i kimseye anlatamazsınız.

O yabancı dilde kendinizi tam olarak ifade edebilmek, cümlelerin içine bir ima, bir kinaye katabilmek; bir kelime oyunu, bir espri yapabilmek; yani dil aracılığıyla duygunuzu, zekanızı, ruhunuzu, kısacası kendinizi ortaya koyabilmek on yıllar alır. Yıllar boyunca konuşmalarınızı gerçekte söylemek istedikleriniz değil, söyleyebildikleriniz yönlendirir; hayranlığınızı ya da öfkenizi bildiğiniz cümle kalıplarının izin verdiği ölçüde ortaya dökebilirsiniz.

Ana dilinizi kaybedip yabancı bir dile mahkum olduğunuzda, on üç yaşında çocuk gibi konuşan geri zekalı bir yetişkin olur çıkarsınız. İşin acısı, bunun farkındasınızdır ve bir çocuk gibi konuşmaktansa hiç konuşmamayı seçer, içinize kapanırsınız.

O zaman fark edersiniz ki, siz bir dili taşıyor değilsinizdir, dil sizi taşımaktadır. Siz dili değil, dil sizi yaratmıştır. Düşüncelerinizi dil aracılığıyla ortaya döktüğünüzü sanırken, dil aracılığıyla düşündüğünüzü, ana dilinizle konuşmadığınız zaman düşünemediğinizi fark edersiniz. Tıpkı diliniz gibi düşünceleriniz de kısırlaşır, çocuklaşır.

Aslınız, dilinizi bıraktığınız yerde kalmıştır; bu yabancı ülkede bir şeyler gevelemeye çalışan insan ise sizin kötü mü kötü kopyanızdır.

***

İtiraf edeyim ki, Azra Bihorac'ın yaşadıkları benim kabusumdur.

Türkiye'den her çıkışımda bu kabusu yaşarım. Yurtdışında geçirdiğim her gün, bu yoksunluğun geçici olduğunu hatırlayıp sevinirim.

Böyle zamanlarda küreselleşmenin önündeki en büyük engelin dil farklılığı olduğu dank eder kafama. Hayattaki en büyük bağımlılığımın ana dilim olduğunu biraz da korkuyla fark ederim.

Ve "Ya bir gün ana dilimden ayrı yaşamak zorunda kalırsam" diye düşünüp ürperirim.


© COPYRIGHT 1999 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr