kapat

PERŞEMBE 24 EYLÜL 1998

Cengiz Çandar (e-posta:ccandar@sabah.com.tr )

Topluma dair...

Türkiye'de son zamanlarda en çok işitilen veya atıf yapılan kavramlardan biri "toplum mühendisliği"... Bundan kasıt, "seçkinler"in halk iradesine, halkın değer sistemlerine, örfüne, harsına, geleneklerine ve eğilimlerine kulak asmadan, toplumu ve siyaseti tepeden yönlendirmek amacıyla sahneye koymak istedikleri senaryolar...

"Seçkinler", sayısal olarak çok küçük bir azınlığı temsil ettiklerine göre, bunu yapabilmenin birkaç yolu var:

1. Kaba kuvvet araçlarına sahip olmak;

2. Bu, tek başına yeterli olamayacağına göre, toplumu yönlendirecek, kafa karıştıracak ve bu sayede söz konusu "senaryolar"ı sahneye koyabilecek araçlara sahip olmak.

İkincisi, hernekadar birincisinin gölgesinde ve birincisi olmadan tek başına sonuç verebilecek bir güç teşkil etmese de, birincisinden daha önemli. Çünkü, birincisinin kullanımından daha ince teknikleri, daha yaratıcı taktikleri gerektiren ve zihinlerdeki etkisi (veya tahribatı) daha kalıcı.

Nedir bu "ikinci madde"deki araçlar?

Kitle iletişim araçları!

Türkiye'de gücün, daha doğru bir deyimle iktidarın temerküzü, "devlet"in elinde olduğuna göre, "toplum mühendisliği", ancak "ikinci araç"ın yani kitle iletişim araçlarının, birincisine entegre edilmesiyle mümkün olabilir.

Kitle iletişim araçları, günümüzün gelişmiş teknolojik ortamında ve serbest rekabet yapısı içinde büyük sermayeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, "devlet", sermaye ve medya ikilisini entegre etmeden "toplum mühendisliği"nin sonuç vermesi de mümkün değil.

Türkiye, 28 Şubat'tan bu yana bu süreci yaşıyor. Ancak, "toplum mühendisliği"nin sonuç verebilmesi için, bu unsurlar da yeterli olamayabiliyor. "Toplum"un kendisinin "reaksiyon"u önemli. Zira, netice itibarıyla "senaryolar"ın uygulama alanı, toplumun kendisi. Şayet, toplum, "toplum mühendisliği"ne uygun bir yapıdaysa, "senaryolar"ın uygulanma şansı artar.

Öyle görünüyor ki, bizim "toplum", hem "toplum mühendisliği"ne teşne; hem de bu "senaryolar"a karşı belirli bir "direnme marjı" mevcut. İşleri zorlaştıran da bu "direnme marjı" zaten...

"Toplum mühendisleri"nin seçimlerden korkmasının, seçim sonuçlarını dahi dizayn etmeden seçime gitmek istememelerinin sebebi de, bu söz konusu "direnme marjı"...

Genellikle uysal, hak arama alışkanlığı, bir "protest geleneği" olmayan ve Bizans-Osmanlı geçmişinden bu yana, "devlet"e karşı güçsüz ve boynu eğik duran toplum, kendisini belirli ölçülerde sadece ve o da 50 yıldır seçimler aracılığıyla ortaya koyabiliyor. Seçimler, her vakit, "toplum mühendisliği" hesaplarını bozabiliyor.

Aslında, Türkiye'nin temel eksikliklerinden biri "toplum mühendisleri"yle eş oranda ve sayıda "toplum psikologları"na sahip bulunmaması. Siyaset sosyolojisiyle uğraşan epey ve parlak insan var ama "toplum psikolojisi" dalında sivrilmiş, Türkiye toplumunu hayatının çalışma ekseni haline getirmiş pek kimse ortalıkta yok.

Oysa, Octavio Paz'ın "Yalnızlığın Labirenti"nde Meksika insanını -ki, Türkiye insanı ile çarpıcı benzerlikler taşıyor- ruhunun hücrelerinin kıvrımlarına girerek tanımladığı gibi, tanımlamaya yeltenen düşünce adamlarımız olsa, "toplum mühendisliği"nin işi pek zorlaşırdı.

Herşeye rağmen, 28 Şubat'ın "hayırlı" bir yanı, düşüncenin ve düşünceyi ifade eden dilin, giderek, incelmesi, zenginleşmesi, devlet-iktidar-güç-toplum gibi kavramların üzerinde daha derinden düşünülmesi oldu.

Türkiye, kötü yönetim altında "21. Yüzyıl'a kıçın kıçın emekleyerek girer" iken, 21. Yüzyıl'la birlikte kendisini ayağa kaldırıp koşturacak unsurlara da, bu sayede, gebe gözüküyor...

Devam edeceğiz...


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr