kapat

PERŞEMBE 24 EYLÜL 1998

Çetin Altan (e-posta:caltan@sabah.com.tr )

Yazının tılsımı, tüketim düzeyi ve hödüklükler müzesi

Suratsız bir eylül sonu sabahı.. Marmara ile Marmara ufuklarını da tutsak almış kül renkli bir ağırlık, kentin üstünde kasvetle bıkkınlıktan örgülü tuhaf bir sıkıyönetim kurmuş gibi...

Koskoca bir 20. Yüzyıl, bizim kuşağı da heybesine tıka basa doldurmuş, ayağını sürükleye sürükleye yokluklarda kaybolmaya hazırlanıyor.

70 yıl öncesinin Türkiye'sinde ve hatta Dünya'sında sivil-asker üst düzey bir bürokrat olmak, imrenilecek bir hayat başarısıydı.

Sıradan aileler için hem itibarlı, hem de güvenceli bir koltuk değneğiydi Hazine'den geçinmek...

Dedem Hazine'den geçinmeliydi, babam Hazine'den geçinmeliydi, dayım Hazine'den geçinmeliydi, büyük teyzelerimin kocaları Hazine'den geçinmeliydi...

Beni de, diplomaları aldıktan sonra, Hazine'den geçinmeli olayım diye vermişlerdi şanlı şöhretli okullara...

Bir ömrü -iyi kötü- salt yazıyla uğraşarak bitirip tüketeceğim kimsenin aklına gelmemişti. Ortalıkta da zaten böyle bir örnek yoktu.

* * *

Ah o ailelerin daracık çerçevelerle koşullanmış bakışları... Kendi ölçülerine göre daha üstün, daha gösterişli, daha forslu yaşama tutkuları.. Hem de hedefledikleri yerlere varmanın bedelini ödemeyi, alabildiğine savsaklayarak...

Şimdi geçmişlere doğru bakıyorum da, köylülüğü aşamamış İslam topluluklarında bir ömrü yazıyla haşır neşir olarak geçirmenin ne denli "dışlanma sakıncaları" taşıdığını bir kez daha görüyorum. Çünkü böyle kökleşmiş beyinsel bir kanatlanma birikimi yok, o aşırı yüzeysel hayat örneklerinde...

En geniş anlamıyla "yazı" birikiminden yoksun bir toplulukta, koşulların sunduğu olanakları en avantajlı bir sentezde bütünleştirerek yaşamak...

Örneğin madem avukatsın, büyük bir holdingte bir hukuk danışmanlığı kapmak; şoförlü bir arabayla pahalı lokallerde varlığını kanıtlamak; dış gezilerde lüks otellerde kalmak; yaz aylarını kendi özel villanda geçirmek v.s..

Oysa yazı uğraşlarıyla bütünleşmek de -kasıtlı mekanik engeller olmazsa- hayatın tüketim vitrinlerine bakarak avuç yalatmaz insana..

Ancak Dünya'dan gelip geçerken bir ömrü kendine özgü bahçe ve ormanlarıyla değerlendirmenin tek ortak kriteri tüketim düzeyi midir?

Daha başka kriterler de yok mudur, "emir almadan-emir vermeden" yaşamak gibi...

* * *

Reklam sektörleri, başarılı bir yaşam konusunda tek bir formül sunuyor, "tüketim düzeyi"...

Bu da çok etkiliyor kuşakları... Marka yarışları giriyor devreye, otellerin teras dekorları, arabaların son model çizimleri v.s..

Ne var ki kazanç kaynakları aynı ölçüde gündeme alınmıyor. Bir de gövdesel lüksün yanında, insana özgü beyinsel lüks kategorileri...

Bu açılardan bakıldığında gerek bilim, gerek sanatla gerçek bir bütünleşmenin rotasından geçmiş olanların, insanlığa özgü bir "zekalar evreninde" yaşadıkları görünmez lüks; tüketim düzeylerinin lüksüyle ne kıyaslanabilir, ne aynı sofraya konabilir...

O nedenle de köylülüğü aşamamış İslam topluluklarının tüketim düzeyleri albenili görünen bir avuçluk azınlığı dahi, çağlarının isanlığa özgü gerçek lüksünden bir hayli yoksun yaşamış sayılabilirler...

Parasal sefaletin yoğun olduğu yerlerde, beyinsel sefaletin nasıl gizli bir dilenci çaresizliğiyle süründüğü su yüzüne vurmuyor...

Doğal olarak da bir ömrü yazıyla haşır neşir olarak geçirmenin tılsımı, hödüklükler müzesinde kendine yer aramaya çalışanlarca pek anlaşılamıyor...


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr