kapat

CUMARTESİ 12 EYLÜL 1998

Yılmaz Karakoyunlu (e-posta:yilmazk@sabah.com.tr )

Bugün 12 Eylül...

Tarih anlayışımız romantiktir. Bilimselliğe kavuşturmak için çok zaman harcadık. Hem vakit, hem kaynak israf ettik. Kahraman bir neslin mehter marşına yazdığı güftede Mehmet Faruk Gürtunca, bu romantizmi doruğa çıkarır.

Dünya, atımının nalları altında ezildi;

Kaç haçlı sefer sineme çarpınca serildi...

* * *

12 Eylül müdahalesi, bugün onsekizinci yaşını dolduruyor. Artık gelinlik kız olmuştur. Ama, küçük haber başlıklarıyla hatırlanmaktan öte bir kıymeti harbiyesi kalmamış... Yaşandığında yer yerinden oynamıştı.

12 Eylül ve heyecanlı günlerin gazetelerini gözden geçirdim. Resmi tebliğlerden yorumcu köşe yazarlarına kadar ittifak edilen ana fikir, "devletin düştüğü durumdan" kurtarılmasıydı.

Devlet kitabının yazarı Eflatun, "en tehlikeli durum, devletin ayağa düşürülmesidir" diyor.

* * *

Devletin çeşitli tanımları var. Klasik ve çağdaş ayrımları yapılarak devletin niteliği belirtiliyor. Klasik tanım, devletin oluşum kurallarını eski Yunan'a götürüyor. Eflatun ve Aristo'nun tanımlarında sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan örgütlenme modeline devlet deniyor. Bu modelin ruh yapısı, dürüst ve akıllı olmaya dayanmakta...

İster monarşi, ister oligarşi, isterse demokrasi ile yönetilen devlet biçimi olsun, her üçünün de ortak yönetim ahlâkında en önemli unsur, devletin bizatihi kendisidir. Onuru korunması gereken en yüce tüzel kişilik devlettir.

Bizde devlet kavramı, hukuk kitaplarının, siyasal sözlüklerin, ansiklopedilerin tariflerinden daha ileri düzeylere götürülmüş ve çok özel anlamda ele alınmıştır. Devlet bir mutluluk tarifinin aile adıdır. Buna devlet baba denir... Devlet sanatta, kültürde, eğitimde, ahlâkta olgunlaşmanın sorumluluğudur. Devlet, hem bir nafaka kaynağı, hem bir korku belasıdır.

Ne dersek diyelim; bu ülkede devleti ayağa düşürmeyi kubullenecek akıl yoktur, ahlâk yoktur. Rahmetli Bahri Savcı anayasa derslerinde Eflatun'u kaynak göstererek: "Devleti ancak devletin kendisi ayağa düşürür" derdi. Sonra da uzmanlık alanına dönerek: "Bu düşüşün yolu, hazırladığı anayasadan geçer..." hükmünü verirdi. Doğrusu devlete sahip çıkmanın eğitimini alan Mülkiye öğrencileri olarak bu hükmü içimize kolayca sindiremezdik. Zaman rahmetliyi haklı çıkardı.

Ayağa düşürmek nedir?

Değeri ve önemi bulunan bir şeyi bilerek veya cehaleti sebebiyle kendi çıkarı için aşağılanan, hor görülen, ayıplanan noktaya getirmenin adı, "işi ayağa düşürmektir"...

* * *

Üç yıldır Meclis'teki tartışmaları dikkat ve özenle izliyorum. Bu tartışmalardan anlam ve sonuç çıkarmaya çalışıyorum. Görebildiğim manzara, yorum keyfiliğinin yarattığı hüsrandır. Bütün anlaşmazlıklarda, en sağından en soluna kadar her siyasi parti anayasaya yükleniyor ve işine geldikçe anayasaya sığınıyor. Bir gün dövüp, bir gün seviyor... Bu kadar ağır çelişkilerin yaşandığı bir anayasal düzen içinde devlet kavramının başta kalması kolay olabilir mi? Böyle bir ilişkide güven ve saygı seviye kazanır mı?

Halkın anayasal kurumlara karşı güvensizliğinin gerisinde bu hüsranlı manzara var. Açıkçası, 12 Eylül saygı görmeyen bir anayasayı hatırlatıyor.

Toplum yeni bir anayasa ister mi? Elbette ister... Ama mümkün mü? Bu koşullarda hayır...

Toplum, hakkını istemek yerine yalvararak lütuf gösterilmesini bekler hale gelmiş. Hak talep edecek, yürekli insan çıkarsa desteklemek yerine, yavaşça kıvırıyor. "Aman ne halleri varsa görsünler; bana ne?" umursamazlığı içindeyiz.

* * *

Toplumdaki değişmeyi farketmeyen siyasetin devlete kişilik kazandıran hukuki çerçeveyi düzenlemesi mümkün değildir. Bu aslında bir varsayımdır ve doğruluğunun ölçülmesi gerekir... 12 Eylül vesilesiyle, toplumu bu hale getiren meşhur 82 Anayasası'nı uygarlaştırabilirsek "atımızın nallarıyla ezdiğimiz dünyaya" yeni bir iftihar sunabiliriz...


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr