CUMARTESİ 12 EYLÜL 1998
Eğer yedi yıl daha sabrederseniz Beytüşşebap Davası sanıkları ortaya çıkacak.. Adalet yerini bulacak anlamında söylemiyorum.. Zaman aşımına uğradığından davanın dosyası dürülecek.. Guiness Rekorlar Kitabı'na kaydı düşülecek..
Bizim gazetenin aklına arada sırada önemli bir memleket meselesine parmak basmak gelir.. Evvelallah fikrini bozmasın.. Bastığı parmağı da meselenin taaa budak deliğine kadar sokar..
Son zamanlarda adalet sisteminin can damarı olan hakimlerin hallerini işlemeye başladılar.. Çürüyen mekanizmaya karşı direnen hakimlerin çektiklerini bu sayede herkes öğrendi..
Eh! Ben de gazetenin fikriyatından geri kalacak değilim ya!
Kendimce yayın politikasına katkıda bulunma zamanının geldiğine karar verip "Bir adli olayı da ben irdeleyeyim ki dosta düşmana gazete yönetimiyle nasıl uyum içinde olduğumu göstereyim.." dedim..
Her şey 1975 yılında yani bundan 23 sene evvel Adıyaman Cumhuriyet Savcısı'nın yöredeki aşiretlerden birinin reisi olan Ahmet Ağa'nın ifadesini istemesiyle başladı..
Ahmet Ağa bu.. Soyadını da koskoca bir ilimizden almış ki devletin nüfus kütüğünde Şırnak'a bağlı Beytüşşebap'tan Ahmet Adıyaman diye geçer..
Yani durduk yere, devletin maaşlı bir memurunun canı istedi diye kasabaya gidip el kavuşturacaklardan değil.. O sebepten savcının çağrısına kulak asmamış..
Devlet çağırır da gelmezsin ha! Bu kez Savcı Bey yapmış hamlesini.. Daktilonun başına memur çökertmesiyle "Beytüşşebap'ta mukim Ahmet Adıyaman'ın Jandarma marifetiyle getirilmesine.." diye bir name yazdırıp altına pirinç işlemeli mührü bastırmış..
Jandarma müfrezesi Adıyaman ailesinin bağlı bulunduğu aşiretten silahlı mukavemet görmüş.. Silahlar karşılıklı konuşmuş.. Artık devletin resmi kâğıdının yalancısıyım..
Bin fişek mi, iki bin fişek mi ne, karşılıklı yakılmış.. Savcıya ifade vermekten kaçınan Ahmet Ağa bu hengamede bir kör kurşun yemiş, asıl ifadesini vermek üzere öbür dünyaya göç etmiş..
Aşiretten başka ölenler de var.. Jandarma'dan ise yedi şehit.. Kuru bir inattan kaynaklanan, kör cehalete kurban yedi civan..
Aşiretten Musa Adıyaman ele geçenlerden.. Tutuklanıp cezaevine konmuş.. Elebaşı diye bilinen Tahir Adıyaman, Şükrü Akdoğan ve Yusuf Ula ise "Selamet şu karşıki dağlardadır.." deyip sırra kadem basmışlar..
Hem de ne basma.. Ara ki saman yığınında bir saç firketesini bulasın..
Devlet ne kadar motorlu aracı varsa üç kaçağın peşine sürmüş.. Motorun güç yetiremediği dağlara da eşeğini, katırını yani demirbaşa kayıtlı mekkaresini göndermiş ki firarilere aman verilmeye..
Meşhur laftır.. "Avcı ne kadar yol bilirse tilki de o kadar yol bilir.." derler.. Yani yeri geldikçe söylerler.. (Bizim yazının da tam yerine denk geldi..)
Memleketin kolcuları köylüyü dayağa yatırıp, kaçakların yerini gönül rızası ile ihbar ettirmeye çalışıyor ama ne fayda? Tabanı mukavemetini kaybeden köylü "Aradıklarınız filanca dağda, filanca numaralı mağarada.." dediği an haber, kolculardan önce dağlara gidiyor..
Kolluk kuvvetleri ulaşmadan kaçaklar yer değiştiriyor..
Bu arada "Bari tutuklunun davasını görelim.. Kaçanları nasıl olsa yakalarız.." deyip mahkemeyi başlatmışlar..
"Mahkeme başladı.." dediğime kulak asmayın..
Daha ilk duruşmada, salonu dolduran aşiret mensupları ile kanunu temsil eden taraflar birbirine girmiş.. Duruşmada kimlik tesbiti bile zor bela yapılmış.. Dava ileri bir tarihe atılmış..
Üstelik de güvenlik nedeniyle başka bir ile taşınmış..
Adıyaman aşireti mensupları da davanın peşinde.. Jandarma kaçakların peşinde.. Tek tutuklu Musa Adıyaman ise kişisel haklarının peşinde.. Diğer kaçaklar bir yakalansa belki derdini anlatıp serbest kalacak..
Ama dağdan dağa trekking yapan üç kaçağın gelip teslim olacağı yok ki dava yürüye.. Jandarma da umudunu kaybetmiş.. Zaten ilk takibe çıkanların tamamı teskere almış.. Yerlerine yeni tertipler gelmiş..
Kaçakların kulağı ise radyoda..
O vakitler Ecevit yeni muhalefete düşmüş.. İlk başbakanlığı sırasında Kıbrıs'ı zaptedip o hızla bir "Genel Af" çıkardı ya! Keyfi muhkem.. Rahşan Hanım'a çay demletip cep radyosunu kurcalıyor..
Neden derseniz, o sıralarda yazdığı bir şiiri besteleyip türkü yapmışlar, günde beş vakit onu dinlemeden kendini memleket meselelerine veremiyor..
İlle de çayını yudumlarken "Takalar geçiyor allı yeşilli.." türküsüyle keyfine çatma çatacak..
Kaçakların tek umudu ise Ecevit.. Bir iktidara gelse bu kez daha sağlam bir af çıkaracağı kesin.. Çünkü dosta düşmana ispatlamış ki "Af çıkarma işinde.." bileğini kimse bükemez..
Lakin iktidar filan olacağı yok..
Tam 23 yıl geçmiş aradan.. Firariler hâlâ dağlarda.. Beytüşşebap Davası ise aşiret mensupları ile güvenlik kuvvetlerinin birbirine duyduğu allerji yüzünden il il dolaşıyor.. Duruşma sonlarında verilen karar da hiç değişmiyor:
- "Davanın ileri bir tarihe bırakılmasına.. Musa Adıyaman'ın tutukluluk halinin devamına.. Firardaki üç sanığın yakalanarak haklarında verilen tevkif kararının gıyabiden vicahiye çevrilmesine.."
Beytüşşebap davasının en son Isparta'da görüldüğü haberi geldi kulağımıza.. Bir de sanıkların kulağını Ankara'dan gelecek haberlere diktiği.. Eğer Ecevit bir af daha çıkarmayı başarırsa gelip teslim olacaklar..
Böylece 23 yıldır yatmakta olan Musa Adıyaman dışarı çıkacak..
Yok! Eğer bu af çıkmazsa yedi yıl daha gezinecekler.. Çünkü cinayet davalarında mürr-i zaman süresi otuz yıl..
Eğer teslim olup "Elimizden kaza çıktı.. Pişmanız.." deselerdi çok çok müebbet yerlerdi.. Müebbetin infazı ise "adil sistemimiz" sayesinde 12 yıl olduğundan çoktan dışarı çıkarlardı..
Eee! Akıl bu.. Her akıl bir olsa, bağ duvarı neylesin?
Bu arada biz de yazının sonunu "Adalet sisteminin sorunlarına.." bağlayamadık.. Lafımız başka yerlere gitti..
Gayri düğüm tutmuyor..