CUMARTESİ 12 EYLÜL 1998
Meydana caddenin üst yanından, sol kaldırımı takip ederek geliyorsanız, meydana girmeden, önce ona rastlarsınız.
Yatay olarak üst üste konmuş iki kasanın üzerinde, şişirilmiş gibi duran şekilsiz şişmanlığı ve ayaklarının yere değmesini engelleyen kısa boyu ile kendi türünün ilk temsilcisi olarak gün boyu oturur.
Kendi gibi "evsiz" olanlara para yardımı yapmanızı isteyen kartonu boynunda, kamışla içtiği küçük bir kovayı andıran plastik meşrubat bardağı da elindedir.
Şapkası ise hep başındadır. Üzerindeki tişört beyaz değilse mutlaka sarıdır.
Meydanda "renklilik" daha da çoğalır. Kahvenin önündeki demir masa ve plastik sandalye bolluğu arasında betondan dökülmüş beş masa hemen dikkati çeker. Bunların yüzeyi aynı zamanda satranç tahtasıdır.
O masaların birinde Van Gogh'un tablolarından çıkıp gelmişe benzeyen bir adam bulursunuz.
Başında hasır şapkası, kızılımsı sakalları, sıkı sıkıya tuttuğu ucuz purosu ile saati on beş dolara ders vereceği ya da iki dolara bir seans oyun oynayacağı kişiyi bekler. Pantolonu eprimiş, gömleği eski ve buruşuktur.
Bir iki adım ötesinde ise uzun beyaz saçlarını atkuyruğu yapmış yaşlı bir adam, işporta tezgahını andıran tekerlekli arabasına dizdiği suyla doldurulmuş envai çeşit bardaktan çıkarttığı melodileri etrafındaki mütevazı kalabalığa dinletme peşindedir.
Abartılı jestlerle sürekli konuşurmuş gibi ağzını oynatan ama tek kelime konuşmayan ürkütücü kadın; kısa pantolonu, spor ayakkabıları, hep boynunda asılı olan walkmani, bakmıyormuş gibi duran bakışları ile ince ve narin bedenini arasıra masalar arasında dolaştırarak kendine bir dolarlık "kredi" arayan hayalet adam; alana pek rastlanmasa da gelip geçene takılarak elindeki "yedek parça" dergisini her gün ısrarla satmaya çalışan coşkulu zenci...
Tıp, teknoloji ve eğitim alanlarında sürekli yenilik üreten bu diyarda, öğrencilerin mütevazı mevduatlarının peşinde birbirleriyle yarışarak koşuşturan bankalar da meydanın "parasal yüzü"nü oluştururlar.
Hesap açtıranlara kimi bankaların hediyesi Webster sözlük, kimininki lolipop, kimininki de beyaz bir faniladır. Dikkat çekici bir şekilde süsleyerek sokağa taşıdıkları masalarla öğrencileri cezbetmeye gayret ederler.
En benzersiz işbölümüne ise çalgıcılar arasında rastlanır.
İnka flütçülerinden Afrika tamburcularına, caz topluluklarından plastik kovalarla "bateri solo" yapanlara kadar tüm müzisyenler, meydanın farklı köşelerinde yarattıkları müziklerini hem birbirine karıştırmama, hem de aynı yerde iki gün üst üste görünmeme becerisine sahiptirler.
Kendinizi programı her gün değişen bir müzik festivalindeymiş gibi hissedebilirsiniz.
Kısa pantolon, lastik ayakkabı, tişört, meşrebi değişik ama şekli aynı kasket ve şapkalarla, çok farklı dillerin, dinlerin, ırkların, renklerin ve sosyal tabakaların insanları bir arada eğlenceli ve gürültülü bir panayırın figüranlığını yaparken; aklı başında duranlarla, aklını salmış görünenler de zamanı ve mekânı özgürce paylaşarak meydan kalabalığının çerçevesini oluşturur.
Altı ABD Başkanı ve on üç Nobelli bilim adamını da yetiştiren dünyanın en ünlü okulunun avlusunun çıkışındaki bu köşede kimin en seçkin, kimin en aykırı, kimin en akıllı, kimin en çılgın olduğunu kestirmek güçleşir.
Şapkalar, şortlar, lastik ayakkabılar, tişörtler aynı; insanlar farklıdır.
Bu renkli meydanın yeraldığı Amerika'nın Atlantik Okyanusu'na bakan cephesiyle Türkiye aynı enlem kuşağındadır. Boylamlar ise değişiktir.
100'üncü doğum yılı kutlamaları Eylül ayı ile birlikte başlayan Amerikalı besteci ve piyanist George Gershwin sayesinde öncelikle, boylam farklılığının 'müzikal tonalitesiyle' karşılaşırsınız.
Üstelik, sadece 38 yıl yaşayan talihsiz Gershwin ile yöresel temaları klasik müzik formlarıyla bağdaştırmak gibi sıkıntılı bir işe kalkışan bizim kendi "boylamımızın" erken cumhuriyet dönemi bestecileri arasında giriştikleri çaba aşısından "şekli" bir benzerlik de vardır.
Gershwin klasik bir müzik eğitiminden geçmemiştir. Hatta besteciliğe başladıktan kısa bir zaman sonra kendi bilgi sınırlarına ulaştığından, döneminin önde gelen hocalarından "armoni" ve "kompozisyon" dersleri almak zorunda kalmıştır.
26 yaşında "Rhapsody In Blue"yu, 27 yaşında da "An American In Paris"i de bu derslerden sonra bestelemiştir.
Gershwin'in asıl büyük becerisi, "caz" ile 18'inci yüzyıl romantizminin ertesindeki esintileri, doğumunun 100'üncü yıldönümünde coşkuyla anılmasını sağlayacak kadar büyük bir maharetle bağdaştırmasıdır.
Sokaklarla seçkinler onun müziğinde kaynaşmıştır.
Gershwin, bir anlamda, bu "meydandaki gizemli topluluğun" müziğini yapmıştır.
Amerika'nın iki farklı nehrinden akan iki değişik kültürü birleştirmiş, birleştirdiği için de önce yadırganmış, sonra ise başta kendi ülkesi olmak üzere, bütün dünyada kabul gören, bir evrenselliği yakalamıştır.
Birkaç gün sonra yapılacak ön seçimler, daha sonra Kasım ayındaki genel seçimler; bunlar için çarpışıp duran politikacılar, elitler nezdinde giderek artan bir şekilde itibar erozyonuna uğramasına rağmen halkın desteğini henüz yitirmeyen Clinton'ın siyasal geleceği; eskiden Clinton'ı destekleyen önde gelen demokratların seçimler yaklaştıkça Başkan'a açıkça tavır almaya başlamaları; iktidar gücünü ele gecirmiş bir avuç Rus'un reformlar yerine AL CAPONE usulü soygunlarla dünyanın yeni düzenini tehdit etmesi, beş yüz bin kişinin bir anda göç etmesine neden olan Bonnie afeti, niçin düştüğü henüz anlaşılamayan Swissair uçağı, artık ABD'de, folklorik olarak bile bir anlam taşımayan ve pastanelerin yılbaşı ve bayramlar gibi özel günlerde hazırladıkları "sepetleri" satabilmek için müşteri çekmelerine yarayan "7 Eylül İşçi Bayramı", her ölümlünün bir şekilde kenarından kıyısından geçtiği okul dünyasının yeniyıl başlangıcı bu ülkenin "görünen yüzündeki" gündemi oluşturmakta...
Meydandaki "renkli ve farklı" bireylerin yaşamında ise bunların etkisine pek rastlanmıyor gibi.
Öyle ki, ülkenin gündemi ne olursa olsun, caddenin üst yanından gelip, sol kaldırımı takip ettiğinizde, kalacak yeri olmadığı için yardım isteyen şekilsiz şişmanın kamışını höpürdeterek para istediğini, hasır şapkalı adamın da bütün olan bitenlerden uzak ve bağımsız bir aldırmazlık içinde satranç müşterisi beklediğini görebilirsiniz.
Ülkenin gündemi ile gündemsiz güncelliğin ritminde yaşam dokuyan meydan, Gershwin'in müziğinde buluşur, hep birlikte her gün yeniden Amerikan rapsodi'sini oluşturur.