CUMARTESİ 12 EYLÜL 1998
LEYLA UMAR
Şimdiye kadar, daha doğrusu mesleğimin başladığı 1955'ten bu yana, Özal hariç, hiçbir cumhurbaşkanı ve başbakanla hiçbir geziye katılmadım.
Böyle geziler gençlerin harcı. Ama bir türlü yaşlanmayı kabullenemediğim için, önce Portekiz Fuarı davetine, birkaç gün sonra da Başbakan Mesut Yılmaz'ın başdöndürücü "3 günde, 3 ülke" ziyaretine katıldım.
Aslında bu üç ülkeye üç-dört kere gitmiştim. Hele Amman ziyaretlerimde Kraliçe Nur, Kral'ın en büyük kızı Aliya, annesi ilk Kraliçe Dina, Kral'ın en sevdiği küçük kızkardeşi Prenses Basma ve bugün devleti yöneten Prens Hassan'nın eşi Prenses Servet'le röportajlar yapmıştım.
Bu ziyaretlerimden birinde dünyanın en renkli insanlarından, ressam Fahrünnisa Zeyd'le söyleşiler yapmıştım. Hatta Fahrünnissa Zeyd'in Kral Hüseyin'in amcası Prens Zeyd'den dünyaya gelen oğlu Prens Raal ve eşi Prenses Macide ile dostluğumuzu perçinleyen bir olay da yaşamıştım. Yatak odasında sohbet ederken fenalaşan Fahrünnissa Zeyd'i şoförünün yardımıyla Amman Hastanesi'ne kaldırmıştım. Oğluna telefon ettikten 10 dakika sonra Prens'in "Anneciğim, anneciğim" diyerek odaya girmesini ve ölümünden sonra çektiği derin acıyı hiçbir zaman unutamam.
Başbakan Yılmaz onuruna Prens Hassan'nın verdiği yemekte Prens Raal'le sarılıp annesini anmamız da duygusaldı tabii. Yemekten sonra ATV söyleşisi için buluştuğumuzda Prens Hassan'a olayı anlattım. O da yengesi Fahrünnissa Zeyd'i sevgiyle andı ve onun Kral Hüseyin için ne kadar özel bir insan olduğunu anlattı.
Çok seyrek olmakla birlikte Özal'ın bazı gezilerine katılmış ve o devrin işadamlarından bazılarını yakından tanımıştım. O sıralarda Özal'ın uçak dolusu işadamını peşine takmasının anlamını kendisine sormuş ve şu yanıtı almıştım: "Biz maalesef kapalı bir toplumuz. Bu arkadaşların dünyaya açılınca başarılı olacağından ve ülkeye çok katkıda bulunacaklarından eminim."
Özal'dan sonra bu geleneği devam ettiren Başbakan Yılmaz'ın son Ortadoğu gezisine Mesut Bey'in Dolmabahçe Sarayı'nda Fahir Atakoğlu konserinde verdiği "söz" yüzünden katıldım.
Çok az kimsenin "şakacı" tarafını bildiği Mesut Yılmaz'la yıllarca önce ilk defa İnebolu'da bir otelde tanışmıştık.
O günden beri ne zaman karşılaşsak aramızda mesafeli ve saygılı birkaç sözcük dışında bir yakınlığımız olmadı. Ama Fidel Castro 96 yılında Habitat toplantısına gelince ben bu mesafeyi bir anda kat ettim ve Mesut Bey'e, biraz da şımarık bir çocuk gibi, Castro'dan benim için özel bir randevu alması için baskı yaptım. Bu baskıyı o kadar ileri götürdüm ki "Siz unutursunuz belki, Cavit Kavak ve Murat Sungar kolunuzu sıksın" diyecek kadar ileri gittim.
Mesut Bey bu önerime kahkahalarla gülerek ve "Unutmayacağıma dair söz veriyorum" diyerek Castro'nun dairesine gitti. Ve bir saat sonra müjde geldi.
Ve o günden sonra Mesut Bey daha ben istemeden hangi "önemli" konukla yürürken beni uzaktan görse, biraz da abartılı sözcüklerle tanıştırıp, özel röportaj vermelerini rica etmeyi, ödev kabul etti.
Dolmabahçe'nin unutulmaz büyülü atmosferinde, o gece "Gelirseniz sizin için Prens Hassan'dan, Netanyahu'dan ve Arafat'tan röportaj almaya söz veriyorum" dedi.
Kendisinin ve çevresinin de kahkahaları arasında başlayan bu şaka 3 günde gerçekleşti; Mesut Bey Amman'da ve İsrail'de verdiği sözleri aynen tuttu. Arafat için isteseydi de yapamazdı. Çünkü ben yanlışlıkla işadamları otobüsüyle bambaşka bir yere gittim. Ve Arafat'la yaptığı basın toplantısına son dakikalarda yetiştim. Berna Yılmaz şaşkın halimi görünce: "İnanın" dedi, "Karşılaştığı her başkana 5 dakika sonra sizin için randevu talebini iletiyor."
Mesut Yılmaz'a benim için bu uğraşı yüzünden içerleyen ve hayli sitem eden çok sevdiğim, genç bir meslekdaşıma verdiği şu yanıt da grubumuzdakiler kadar beni de çok mutlu etti. Mesut Bey, "Sen de" demiş, "Leyla Hanım gibi 43 yıl sonra, aynı özgeçmişle benden özel randevu talep et; sana da aynı şeyleri yapayım."
Mesut Yılmaz'a dönüşümüzde, uçakta teşekkür ederken şu teklifi götürdüm: "Sizi halk gülmeyen ve güldürmeyen bir insan olarak tanıyor. Bakanlıklardan ve Ankara'nın ağır havasından uzak, örneğin Bodrum'da, çok rahat bir ortamda, çok özel bir röportaj yapalım."
Güldü ve arkadaşlarına dönerek, "Biliyor musunuz?" dedi, "Leyla Hanım, bunca yıldır benimle bir tek kere röportaj yapmadı."
Mesut Yılmaz'a tanıdığım tek devlet başkanı Özal'la da hiçbir röportaj yapmadığım için çok pişman olduğumu söyleyemedim. Bodrum'da buluşmak üzere ayrıldık. Tabii bu arada çok özel bir devlet adamı ile yürürken bir yerde karşılaşmazsak...
YARIN: Prens Hassan ve ailesi...
* Gezinin en genç, en yakışıklı işadamı Önder Fırat İstanbul'un bekar genç kadınları için çok özel bir kişi. Ama o alışılmış yerlerden ve kişilerden uzak kalabilmeyi ilke edinmiş. Geleceğin "özlenen" politikacılarından biri olmaya namzet.
* Yavuz Zeytinoğlu gezinin üçüncü gününde yemek yerken kulağıma eğilip, "Biliyor musunuz? Benim karım dünyanın en güzel kadınıdır ve ben 2 gün sonra nerede olursam olayım, onun hasretinden şarabı fazla kaçırıp ona olan aşkımı anlatırım" dedi.
* Zülküf ve Mahmut Ceylan kardeşler Ben Gurion Havaalanı'nın yenilenmesi ihalesini kazanmışlar. İki metreye yakın boyları ile basketbol oynayıp oynamadıkları sorumuza verdikleri "Hayır" yanıtını duyan arkadaşları: "Allah rakiplerinize acımış" dediler.
* Fenerbahçe eski başkanı Güven Sazak her zamanki zerafeti ile Galatasaraylılar'ın şakalarını neşeyle yanıtladı.
* Gençlik arkadaşım Jak Kamhi'ye politikacılarımızı çekiştirecek oldum; kendine has bilge haliyle, oğlu Jefi Kamhi'yi işaret ederek, "Bana mı söylüyorsun? Hergün bir tanesiyle karşılaşmak zorunda kalıyorum" dedi.
* Filistinli bir kadın işadamlarına: "Sizler mallarınızı Yahudiler'e satıyorsunuz; onlar da bize kârla satıyor. Ne olur, aradan çıkarın onları" diye seslenince ilk alkış Üzeyir Garih'ten geldi.