ÇARŞAMBA 02 EYLÜL 1998
Bazı Doğu illerini ne yazık ki bugüne kadar görememiştim. Van'ı, Erzurum'u, Erzincan'ı, ki çocukluğumun bir bölümü geçmişti, görmüştüm, ama çok merak ettiğim Ağrı'ya, Doğubeyazıt'a gitmek kısmet olmamıştı.
Sermaye Piyasası Kurulu üyesi ve Ağrı Sanayici İşadamları Derneği Başkanı Erdal Batmaz "Kurum adına Ağrı'da Doğu'nun kalkınması için yeni bir model olan hayvancılıkla ilgili panel düzenledik, sonra da bölgede bir gezi yapacağız, mutlaka gel" deyince fırsat bildim. Ama Doğu'ya gidince bir günde kurtulunmuyor, 4 gün 4 gecem Ağrı ve çevresinde geçti.
Çok da iyi oldu. Yıllardır konuştuğumuz bazı sorunları yerinde izlemek ve yaşamak, çok dost insanlarla karşılaşıp kaynaşmak, bölge için canını dişine takıp çalışan insanları ile, başta Ağrı Valisi Lütfü Yeğenoğlu, uzun sohbetler yapabilmiş olmak, bana çok önemli deneyimler kazandırdı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu yıllar önce Türkiye'nin en önemli hayvancılık merkeziydi. Coğrafya uygun, meralar ve çayırlıklar gözalabildiğine uzanıyor. Ama yıllar içinde hayvancılıkla ilgili hiçbir bilimsel gelişme dikkate alınmayınca bu sektör yavaş yavaş etkisini kaybetmiş. Üzerine bir de terör gelmiş. Meralar çayırlar boşalmış, elinde biraz parası olan da başka kentlere göç etmiş. Kalanlar da her şeyi devletten bekler hale gelmişler. Nasıl beklemesinler ki, devlet güya Doğu'yu kalkındırmak adına, üç beş yandaşa sınırsız, hesapsız paralar vermiş, bunun hesabını sormamış. İnsanlar işlerinden soğumuşlar, bir yanda PKK baskısı, bir yanda devlet otoritesi "O zaman ver kardeşim bize para, biz de rahat edelim sen de" demeye başlamışlar.
Ama bu böyle gitmez elbette. Gitmeyeceğini gören, bu arada "Türkiye'ye de bir hizmet yapalım, zengileşelim, 10 yıl önce komşu ülkelere canlı hayvan gönderirken, şimdi hayvan almak zorunda kalmamızdan utanıyoruz" diyenler projeler geliştirmişler. İşte bunu anlatmak için de Ağrı'ya gelmişler. Biz de onlara takıldık.
Başı TEMA çekiyor, sponsor olarak da zaten bütün üretimini hayvancılık sektörüne bağlayan Tikveşli görev almış. Ağrı Valiliği de seferber olmuş. Verilmek istenen mesaj şu: Ağrı ve çevresi hayvancılık için çok elverişli. Zaten bu bölgenin geçim kaynağı da bu. Ama verim düşmüş, bilimsel gerçeklerden uzaklaşılmış. Basit önlemlerle bu sektör tekrar canlanır ve hem bölge halkı hem Türkiye kazanır.
TEMA adına Dr. Ali Tan, Prof Dr. Hasan Hayri Tok, Tikveşli İşletmeler Başkanı Doğan Vardarlı, Prof. Dr. Yunus Serin, Ziraat Bankası Zirai Krediler Müdürü Vekili Ramazan Ulucaköy, Şırnak'ın annesi olarak tanınan işkadını Sema Küçüksöz düzenlenen panelde çok aydınlatıcı konuşmalar yaptılar. Tarım Bakanı Mustafa Taşar da paneli sonuna kadar izledi. Umarım, mesajı almıştır. Ama çok umutlu değilim, çünkü seçimlere hazırlanıyor. Bu tür projeler sabır ister, kısa sürede sonuç vermez.
Bu panelden aldığım bilgileri ve gerçek hayattaki izlerini bugün ve bundan sonraki günlerde bölüm bölüm yazmaya çalışacağım.
Şimdi; ortada bir sorun var. Bölge halkı hayvancılığı biliyor ama modern yöntemleri bilmiyor. Zaten panelin amacı bu projenin adımını atmak, yani zaten hayvancılıkla uğraşan insanlara bunun bilimsel yöntemlerini anlatmak ve uygulamaya geçilmesi sağlamak.
Tabii bölge insanı yılların alışkanlığı bir anda bırakmak istemiyor, onlar hâlâ "devletin kendilerine ne vereceğini" merak ediyorlar. Bir anlamda hazıra konmak istiyorlar.
Oysa bu bölge getirilen önerileri uygulaması halinde, çok uzun olmayan bir süre içinde Arjantin gibi dünya çapında et ve et ürünleri üretir hale gelebilir. Yeter ki, ilkel koşullarda yaşamaya alışmış kalabalıklar bunun kendilerine getireceği faydayı görsünler.
Türkiye sanayileşen bir ülke. Ama unutmayalım ki, Avrupa'nın en ileri sanayi ülkeleri bile tarım ve hayvancılığı ihmal etmiyorlar. Türkiye sanayiye dayalı tarım ve hayvancılık sektörünü bölgesel bazda geliştirmeyi başarırsa yoksulluğu da, enflasyonu da, terörü de yenebilecek güce erişir.
Özellikle terör ve yansımaları bu bölgeyi çok etkilemiş durumda. Bu konuda beni şaşırtan gözlemlerim oldu. Sırayla yazmaya çalışacağım.
PKK'nın bitmek üzere olduğu, can çekiştiği söyleniyor hep. Bu bir yere kadar doğru. Gerçekten PKK eskisi gibi güçlü ve etkili değil. Ama halk üzerinde hâlâ bir baskı ve tehdit unsuru olarak gücünü koruyor.
Doğu gezisi, bana çok ilginç gözlemler yapma şansı verdi. Çok sayıda vatandaşla konuştum. Sürekli soru sordum. Biraz rahatlayanlar açık sözlü davrandılar.
Şunu görmek insanı rahatsız ediyor. İnsanlar devletten çok korkuyor, buna karşın güvenleri henüz yerine oturmamış. Adam diyor ki "Oğlumu PKK kaçırmış dağa götürmüş, eline silah vermiş. Devlet bunun hesabını benden soruyor. Baskı yapıyor, olacak iş mi bu?"
Bir başkası "PKK gelmiş kapıya dayanmış, erzak istemiş. Vermesen ne olacak? Öleceğim. PKK gidiyor, devlet geliyor, 'neden verdin' diye benden hesap soruyor."
En çok da tuzağa düşürülmek ağırlarına gidiyor. "Kapıyı açıyoruz, elinde kalaşnikoflu adamlar. Erzak istiyor. PKK sanıyoruz. Vermeyip de ne yapacağız. Sonra bir bakıyoruz arkasından resmiler çıkıyor. 'Vay sen PKK'ya yardım ediyorsun demek' diyorlar. Meğer kılık değiştirmişler. Allah'tan reva mı bu. Devlet vatandaşını aldatır mı?" diye soruyorlar.
Tabii aynı tuzağı PKK da yapmış pek çok kez. Eve asker gibi gelmişler. Adam ne yapsın, buyur ediyor. Sonra PKK çekiyor silahları, 'demek sen de TC'den yanasın' diye basıyor kurşunu.
Bölge halkından en çok duyduğum söz de şu: "Buranın insanı Kurtuluş Savaşı'nda, Kore'de, Kıbrıs'ta şehit verdi. Vatanı için her an ölmeye hazır bekledi. Şimdi bize vatan haini muamelesi yapıyorlar ki, işte bu bizi kahrediyor."
Ağrı'da vatandaşlarla sohbet ediyoruz. Bir ara birine sordum. "Dikkatimi çekti, pek çok kişi hem Kürtçe hem de Türkçe konuşuyor" dedim. "Evet öyledir, buradakiler iki dili de bilir" cevabını verdiler.
"Ama" dedim "Çok rastladım, Kürtçe başlıyor, lafın sonunu Türkçe getiriyor."
Vatandaş güldü "Demek ikinci kanala geçiyorlar" dedi. "O da ne demek?" diye sordum tabii haliyle.
Şuymuş: Eğer yabancıların ya da Kürtçe bilmeyenlerin öğrenmesini istemedikleri bir şey konuşacaklarsa bunu Kürtçe olarak söylüyorlarmış. Lafın gizli tarafı kalmadığında da Türkçe'ye geçiyorlarmış.
Bunu bana anlatan vatandaş dedi ki "Hani polisler bazen valinin falan duymasını istemedikleri bir şey konuşacakları zaman 'ikinci kanala geç' derler ya, bu da öyle bir şey."
Ağrı'da Mustafa Taşar'la bir günümüz birlikte geçti. Onun ayrıntılarına belki sonra değinirim. Yazacağım. Ama dikkatimi çeken bir olumlu bir olumsuz tabloyu yazmak istiyorum öncelikle.
Taşar, 15 yılda tam "kurt" politikacı olmuş. Attığı her adımın ne getirip götüreceğini hesaplıyor. Ağrı'da bulunduğu süre içinde bunu çok yakından görme fırsatım oldu.
Şimdi gelelim Taşar'ın eğrisine doğrusuna. Önce doğrusu:
Hayvancılıkla ilgili panelin yapıldığı salonun dinleyici bölümünün en önüne oymalı kakmalı koca bir koltuk konmuştu, bakan gelecek, o otursun diye. Onu koyanlar da herhalde bir şey biliyorlar. Demek ki bugün kadar gelenler hep öyle ayrı koltukta oturmuşlar.
Ama Mustafa Taşar o koltuğa oturmadı, "Herkes nerede oturuyorsa ben de oraya oturacağım" dedi ve en öndeki normal sıraya geçti. Gerçi biraz zor sığdı. Bunu politik amaçla, şirin gözükmek için mi yaptı, bilemem, sormadım. Ama hareketi doğruydu.
Şimdi sıra Taşar'ın eğrisinde. Taşar Ağrı'ya hayvancılık ve sorunları konusunda bilgi almaya, bakanlık ve hükümet olarak yapacaklarını anlatmaya geldi. İlk başta bunu yaptı da. Ama sonra belli ki politikacılığı aklına geldi. Karşısında bazı yazarları ve televizyon kameralarını görünce, haberciler adına "daha cazip" olduğunu düşündüğü bir başka konuya geçiverdi. Hayvancılık panelini bir kenara bırakıp "ekmekte poşet" konusunu açtı. Herhalde şunu düşündü: Basın hayvancılık konusuna çok ilgi göstermez. Ama poşet konusunu açarsam, üstelik araya başlık olacak birkaç cümle koyarsam, örneğin İmren Aykut'a yönelik sitem gibi, gazeteciler daha çok ilgilenir ve akşam haberlerinde öncelikle bu gösterilir.
Bir politikacı, üstelik seçime hazırlanan bir politikacı için bu belki normal karşılanabilir. Ama günlerdir sorunlarını anlatmak için sabırsızlıkla bekleyen insanları bir anda hüsrana uğratmak en azından saygısızlık.