ÇARŞAMBA 02 EYLÜL 1998
Sağlanan gelişmenin önemli olması, Ortadoğu politikalarında Türkiye'nin önünde sayısız güçlükler bulunduğunu gözden kaçırmamalıdır. Kimi ülkenin bize göre yersiz olan bazı kaygıları ve iddiaları bazen Türkiye'nin hedef alınmasına yol açmaktadır. Bu olumsuzlukların kısa sürede ve tümüyle ortadan kalkmasını beklemek gerçekçi değildir.
Türkiye'nin gününü etkileyen belki en önemli coğrafya, Ortadoğu'dur. Ortadoğu, bizim açımızdan, çelişkili özelliklerin, duyguların, anıların kaynağıdır. Yıllardır yaşanılan bazı köklü sorunlarımız, teröre kurban giden insanlarımız, şehitlerimiz, ekonomideki kayıplarımız, Ortadoğu'daki oluşumlarla yakından bağlantılıdır. Ortadoğu, Türkiye'ye dönük tehlikelerin ve tehditlerin oluşturulduğu bir coğrafyadır. Aynı zamanda, güçlü tarih ve kültür bağlarımızın bulunduğu, Türkiye'ye siyasal ve ekonomik gelişme imkânları sunan bölgedir.
Ortadoğu siyasetimiz, bir yandan "tehdit ve tehlikeleri diplomasi yoluyla sınırlamaya", öte yandan, "olumlu tarih / kültür birimlerinin ve ekonomik ilişkilerin önünü açmaya" dönüktür. Bunun, kolay bir denklem olmadığı açıktır. Ancak, bir yıl içinde doğru yönde mesafe alınmıştır:
Türkiye, etkili ve bazı alanlarda belirleyici bir ülke olarak, Ortadoğu'ya yeniden dönmüştür. Türkiye, geçmişin "ilgisiz izleyici" konumundan uzaklaşmıştır. Tarihin ve kültürün, ekonominin kendisine sağladığı öncelikleri kullanmaya başlamıştır. Daha şimdiden, Ortadoğu'daki oluşumlarda Türkiye'nin etkisi büyümüştür; bölgeyle ticaretimizde de önemli bir artış gözlenmektedir.
Ortadoğu, uzun yıllardan sonra ilk kez, "inisiyatif alan", "girişim başlatan", barış istikrar ve ekonomik gelişme yönünde "proje öneren" ciddi, etkin ve güvenilir bir Türkiye ile muhatap olmuştur.
Ortadoğu'nun gelişmelerinde siyaseten etkisiz kalan ülkemiz, ancak az sayıda devletle kaydadeğer dostluk ilişkileri geliştirebilmişti. Ürdün, İsrail ve Filistin bunların başında sayılabilir. Öte yandan, Türkiye için hem olumlu hem de olumsuz yönde büyük önem taşıyan İran, Irak ve Suriye ile siyasi ilişkiler yıllardır dondurulmuş gibiydi. İran'la, büyükelçiler karşılıklı geri çekilmişti.
Türkiye'nin, Temmuz 1997 sonrasında etkili bir ülke olarak Ortadoğu'ya yeniden girmesiyle, bütün ilişkilerimizde belirli bir gelişme sağlanmıştır. Bu bağlamda, Irak'ın ve Ortadoğu'nun en zor günlerinde Türkiye Dışişleri Bakanı'nın gerçekleştirdiği Bağdat ziyareti -o günlerdeki Arap basınının yorumuyla- "...Türkiye'nin, Arap dünyasıyla ilişkilerinde tarihsel bir dönüm noktası olmuştur."
Gerçekten, Ortadoğu'nun gözünde, haksız da olsa "...kendi başına hareket edemez, öncü olamaz, girişim yapamaz, yapsa bile, Batılı büyüklerin adına yahut izinde yapar" şeklinde görülen Türkiye, bunalımın en kritik günlerinde gerçekleşen Irak ziyareti ve görüşmeleriyle, girişimin beraberindeki somut önerilerle ve "Komşuluk Forumu"na dönük düşüncelerle, Arap devletlerinin Türkiye'ye ilişkin geleneksel "ezberini" bozmuştur.
Birleşmiş Milletler kararlarının uygulanmasına ve yeni bir Körfez Savaşı'nın önlenmesine dönük bu ziyaret ve temaslar, hem Türkiye'nin, Ortadoğu'ya bir "etken" olarak dönüşünü sergilemiştir, hem de, barışçı sürece Türkiye'nin katkısı olmuştur. Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bunalımın çözümü sonrasındaki basın toplantısında Türkiye'yi ve Bakanlığımızı, uluslararası etkinliğe sahip birkaç liderle birlikte ismen belirterek, bunalımın çözümüne katkılarımız için teşekkür etmiştir. Öte yandan, bu olayda sergilediğimiz yaklaşım ve getirdiğimiz öneriler, Arap dünyasının Türkiye'nin etkinliğini yeniden görmesinin ve değerlendirmesinin yolunu açmıştır.
Son yılın geliştirdiği Ortadoğu politikaları, Türkiye'nin Arap dünyasıyla ve İran'la ilişkilerini olumlu etkilemektedir. Ciddi sorunlarımız olan, sorunlarımız halen devam etmekte olan Güneydoğu komşularımızla, dikkatli, ihtiyatlı adımlar karşılıklı değerlendirilmiş hatta bir ölçüde atılmıştır. İran'la, ortak güvenlik ve işbirliği komiteleri uzun bir kesintiden sonra ilk kez toplanmıştır. İki ülke arasında ticaret artmaktadır. Irak'la, ekonomik ilişkilerin gelişmesine çalışılmaktadır. Mesafe alınmıştır. Suriye ile yıllardır kopuk olan diyalogun yeniden kurulması için gelişme sağlanmıştır. Türkiye'nin ekonomisi açısından da önem taşıyan bu komşu ülkeyle, mevcut sorunların çözümü doğrultusunda ihtiyatlı bir değerlendirme karşılıklı olarak başlatılmıştır.
Sağlanan gelişmenin önemli olması, Ortadoğu politikalarında Türkiye'nin önünde sayısız güçlükler bulunduğunu gözden kaçırmamalıdır. Güneydoğu komşularımızda ve bizde mevcut birikimlerden yüksek düzeyde yararlanmak için, özellikle güvenlik, terörle mücadele gibi alanlarda kendilerinden beklediğimiz çok şey vardır. Suriye'nin "su" konusundaki bize göre gereksiz kaygıları nedeniyle, bu ülkenin rahatsızlıkları söz konusudur. Irak, kendi toprağı üzerindeki egemenlik hakkının sınırlanmasında ABD ile işbirliği içinde bir ülke olarak, Türkiye'yi görebilmektedir; zaman zaman Türkiye'yi "işgalcilikle" suçlamaktadır. Bu düşüncelere, bazı Arap çevrelerinde saplantı olan "Türkiye'nin İsrail ilişkileri" de, eklenmektedir. Öte yandan, Türkiye'nin Ortadoğu'da etkinliğinin artmasından rahatsızlık duyanlar da vardır. Bütün bunlar, bazen ülke düzeyinde, bazen Arap ülkelerinin ortak örgütlerinde Türkiye'nin hedef alınmasına yol açmaktadır. Bu olumsuzlukların kısa sürede ortadan kalkmasını beklemek gerçekçi olmaz.
Doğu'da ve Güneydoğu'da yakın çevremize ilişkin haklı kaygılarımız, iddialarımız mevcuttur. Bazı alanlardaki oluşumların bize güven vermediği, bazen, güvensizlik duygusunu pekiştirdiği de, vakıadır. Türkiye'nin güvenliğine dönük bölücü terör girişimlerinin sınırlarımızın bitişiğinden destek gördükleri kaygıları ortadan kalkmamıştır. Güvensizliğin sürmesi halinde, olumlu gelişmelerin zorlaşacağı açıktır.
Ancak bizin anlayışımız, varolan sorunları oldukları yerde bırakmak değildir; dış siyasetin, Dışişleri Bakanlığı'nın işlevi, koşullar ne olursa olsun, sorunlara müzakere yöntemiyle çözüm geliştirmektir; çözüm süreçlerini başlatmaktır.
Türkiye, yeni bir bilinç ve kararlılıkla Ortadoğu'yu değerlendirmektedir. Ortadoğu siyasetimiz, bizim, başkalarının yararlarına ve tercihlerine terk edeceğimiz sıradan bir ilgi alanı değildir. Türkiye'nin yakın geçmişte her nedense uzak durduğu bir sorumluluğun ve işlevin şimdi yeniden değerlendiriliyor olması, geçtiğimiz yılın önemli gelişmelerindendir. Yapılması gereken, Türkiye'nin bölgede doğru anlaşılması ve siyasal / ekonomik etkinliğinin büyümesi yönünde sağlanmış olan ivmeyi, daha ileri düzeylere çıkarmaktır.
Komşularımızın ve Arap kamuoyunun bir bölümünde, Türkiye ile İsrail'in ilişkileri abartılarak, bir "karşı-propaganda" gibi bilinçle kullanıldığı, Türkiye'nin Ortadoğu'daki etkinliğini sınırlamaya dönük hesaplara alet edildiği öteden beri gözlenmiştir. Bu yanlış anlamaları ya da kasıtlı yorumları etkisiz kılmak için, Bakanlığımız, yoğun bir çaba göstermiş ve bir ölçüde sonuç almıştır:
Türkiye'nin, sadece İsrail'le değil, 17'si İslam Konferansı'na üye, 29 ülkeyle benzer "Askeri Eğitim" yahut "Savunma Sanayi İşbirliği" anlaşması bulunduğu, bu tür anlaşmaları başka isteklilerle de ilerde yapabileceği açıklanmıştır. Ayrıca, İsrail'le mevcut anlaşmaların, hiçbir ülkeyi yahut ülkeler topluluğunu hedef almadığı, bir "askeri pakt, askeri ittifak" niteliği taşımadığı, muhataplarımıza ve kamuoylarına ısrarla anlatılmıştır.
Öte yandan, Türkiye'nin Ortadoğu'daki Arap dünyasındaki büyüyen etkinliğinden çekinen ya da Arap dünyasıyla Türkiye'nin akılcı yakınlaşmasını istemeyen bazı Arap ve İsrail çevrelerince, Türkiye ile İsrail arasındaki savunma sanayi ve askeri eğitim anlaşmalarının abartılarak Ortadoğu kamuoyuna yansıtıldığı dikkat çekmiştir. Hem Arap, hem de İsrailli muhataplarımız bu konuda uyarılmıştır.
Türkiye, hiçbir ülkeyle mevcut ilişkilerini, bir başka ülkeyle yahut başka ülkelerle ilişkilerini geliştirmek amacıyla pazarlık unsuru gibi kullanmaz. Mevcut dostluklarını, ya da geliştirmekte olduğu dostluklarını, başka yararlar uğruna vazgeçebilecek bir alışveriş metaına dönüştürmez. Bunu herkes böyle bilmelidir.
Türkiye, Araplar'la geliştirmek istediği ve kısmen geliştirmekte olduğu ilişkiler uğruna, İsrail'le mevcut ilişkilerini azaltmaz; ya da, İsrail'le mevcut ilişkilerini arttırmak uğruna, Araplar'la ilişkilerini geliştirmekten vazgeçmez.
"Ortadoğu Barış Süreci"ndeki duraksama, Türkiye'nin büyük kaygı konusudur. Açık tavrımız ve politikalarımız, Birleşmiş Milletler'de ve öteki uluslararası düzeylerde savunulmuştur. Kudüs'ün geleceğinin, İsrail ve Filistin tarafından birlikte belirlenmesi gereği, tek taraflı girişimlerin tehlikesi, terörün çıkar yol olamayacağı, Dışişleri Bakanı düzeyindeki İsrail ve Filistin ziyaretinde, ilgili taraflara anlatılmıştır.
Filistin sorununun, Oslo Barış Anlaşması'nın kuralları çerçevesinde çözüme kavuşmasını, barış sürecinin devam etmesini, anlaşma kurallarına uyum gösterilmesini, hayati önemde görmekteyiz. Bizim görüşlerimizin de paralelinde olan Amerikan çıkışlı son toprak paylaşım önerisi, Filistin tarafından benimsenmiştir. Bunun İsrailce de kabulü gerekmektedir. Barış sürecindeki kesintinin, hem çözümü zorlaştırdığını, hem de iki tarafın bağnaz kesimlerini yüreklendirdiğini düşünüyoruz. Bunları, İsrail ve Filistin devlet başkanlarına, İsrail Başbakanı'na ve iki tarafın bakanlarına, Kudüs ve Ramallah'ta ayrıntılarıyla anlattık.
Filistin'le siyasal temaslarımızı arttırmak ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek kararlılığındayız. Bunun ilk görüşmelerini, Ramallah'taki toplantımızda Filistin Devlet Başkanı Sayın Arafat ve Filistinli bakanlarla gerçekleştirdik. Bu görüşmede, Sayın Arafat'ın Sayın Cumhurbaşkanımızı Ankara'da ziyaretine ilişkin konular sonuçlandırıldı. Ayrıca, Türkiye'nin kültür alanında yapacağı girişimlerin önemi üzerinde duruldu. Kudüs'te bir Türk Kültürü Merkezi'nin oluşturulması öngörüldü. Bu temaslarımızdan önce iki Filistinli bakanın Türkiye ziyareti gerçekleşti. Bunu, Sayın Arafat'ın Cumhurbaşkanımızı ziyareti ve Sayın Arafat'la birlikte gelen Dış İlişkilerden Sorumlu Filistin Bakanı'yla, Ankara'daki görüşmelerimiz izledi. Ortadoğu'nun mazlum halkı Filistinliler'le, geçmiştekinden çok daha yakın ilişkiler geliştirmekte olduğumuzu söyleyebilirim.
Kudüs ziyaretimiz sırasında, İsrail eski Başbakanı Simon Peres'in öncülüğündeki "İsrail ve Filistin İşadamları Ortak Girişimi"ni, Türk işadamlarıyla İstanbul'da bir araya getirmek önerisini yaptık; önerinin memnuniyetle kabul edilmesi üzerine, Türkiye'deki ilgililere bu gelişmeyi duyurduk.
İsrail'le ilişkilerimizin, mevcut anlayış ve ilkeler çerçevesinde attırılmasında karşılıklı yarar olduğu, İsrail ilgilileriyle görüşmelerimizde ortaya kondu. Ortadoğu Barış Süreci'nin yeniden hareketlendiği ölçüde, aramızdaki ilişkilerin gelişmesini kolaylaştıracağı muhataplarımıza anlatıldı.
Bu temaslarımız sırasında, özellikle ekonomik ilişkilerin hızla büyüdüğü; Hükümetimizin ilk ayında TBMM tarafından onaylanan anlaşma sayesinde, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 1997'de yüzde 30 kadar yükseldiği, 1998'de benzer bir artışla 1 milyar dolara yaklaşacağı, 2000 yılı sonunda 2 milyar doların hedefleneceği görüşüldü. Bu bağlamda, bizim benimsenen bir önerimiz üzerine, Türk ürünlerinin ABD pazarlarına, İsrail ürünlerinin Avrupa Birliği pazarlarına daha rahat ulaşmasını kolaylaştıracak siyasal zemine dönük ortak bir çalışma yapılması kararlaştırıldı ve çalışma başlatıldı. Bu konudaki önerilerimizin, geniş bir bölgenin ekonomik gelişimini hızlandıracağı görüşündeyiz.
"İslam Ülkeleri Konferansı"nın Doha'da yapılan dışişleri bakanları toplantısında, hem Türkiye'nin siyaseti Genel Kurul'a tarafımızdan ayrıntılı anlatılmıştır, hem de çeşitli üye ülkelerin dışişleri bakanlarıyla görüşmeler gerçekleşmiştir. Çok sayıda Arap ülkesinin gazetecisi ülkemize davet edilerek, çeşitli kamu ve özel kuruluşların temsilcileriyle temasları sağlanmıştır. Ayrıca, Ortadoğu ülkelerine gerçekleşen ziyaretler sırasında, gene çok sayıda Arap televizyonuna ve gazetesine bakan düzeyinde demeçler verilerek Türkiye'nin düşünceleri ve konumu Arap kamuoyuna ulaştırılmıştır.
Bağdat ziyaretimiz sırasında ilk açıklamalarını yaptığımız "Komşuluk Girişimi" başlıklı ekonomik / siyasal program, Irak ve bazı komşularına (İran, Suriye ve Ürdün) Türkiye tarafından önerilmiş ve bu girişimde daha şimdiden mütevazı bir mesafe alınmıştır.
Dışişleri Bakanı düzeyindeki Ürdün ziyaretimiz, iki ülkenin birçok konudaki anlayış beraberliğini güçlendirmiştir. İki ülke, "Komşuluk Girişimi"ni birlikte geliştirmek ve ilgi alanını genişletmek kararlılığını açıklamışlardır. Ürdün'le geleceğe dönük siyasal ve ekonomik beraberlikleri geliştirme çalışmalarındayız. Ürdün Dışişleri Bakanı'yla oluşturduğumuz istişare mekanizması, Ortadoğu geneline ilişkin sorunlarda düşünce alışverişini ve birlikte davranmayı kolaylaştırmıştır.
Mısır'a ziyaretimizde, Ortadoğu'da iki büyük medeniyetin ve iki etkili ülkenin temsilcileri olarak, ortak noktalarımız ve farklı yorumlarımız açıkça ve dostça görüşülmüştür. Hızla gelişen ekonomik ilişkilerimizin siyasal altyapısını güçlendirmemiz, Mısır Dışişleri Bakanı'yla birlikte kararlaştırılmıştır. Batı Avrupa ve Afrika pazarlarında iki ülkenin birbirinin siyasal deneyiminden ve konumundan yararlanması için çalışma başlatılmıştır.
Balkanlar gibi, Ortadoğu'da da, Türkiye vardır. Türkiye, tarihiyle vardır, kültürüyle, ekonomisiyle, sağladığı askeri eğitimiyle, Dışişleri Bakanlığı'yla vardır. Doğru siyasetlerimizin bir yıldır kattığı ivmeyle, şimdi, her zamankinden daha fazla vardır.
Yarın: Ekonomik gelişmenin dış siyaset zemini