kapat

SALI 04 AĞUSTOS 1998

Ruhat Mengi (e-posta:rmengi@sabah.com.tr )

Işılay Saygın özür dileyecek mi?

Avrupa Konseyi'nde Türkiye'de uygulanan "zoraki bekâret kontrolü"nün ele alınması üzerine Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın zorla bekâret kontrolü yapan Kamu görevlilerinin Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerine uyularak cezalandırılmasını istemiş.

Yunanlı milletvekilinin Konsey'de konuyu gündeme getirerek Türkiye'nin Kadın hakları bakımından (aslında "insan hakları" olmalıydı ya) denetim altına alınması talebinde bulunması üzerine TBMM Kadın Sorunlarını Araştırma Komisyonu Başkanı Lâle Aytaman akıllıca bir girişimle önce bu talebi gündemden düşürmeyi başarmış, sonra da anlaşılan Bakan Işılay Saygın'a konunun ve yaptığı hatanın önemini anlatmayı..

Şimdi Saygın bu uygulamanın, Anayasa'nın 17. ve 20. maddelerinde yer alan "Kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı ve özel hayatın gizliliği" ilkelerine aykırı olduğunu belirterek gerekli önlemlerin alınmasını istiyor.

Bu durumda ne demeli karar vermek zor oluyor doğrusu..

"Bravo, hatasını anladı ve başarılı bir U dönüşü yaptı" mı demeli yoksa "Pes doğrusu, Türk halkının hafızası zayıftır ama acaba Bakan yine de bu hafızayı fazla mı küçümsüyor" mu demeli?

Hatırlayacaksınız, 9 ay önce Neşe Düzel'in Yeni Yüzyıl'da yaptığı röportajda Işılay Saygın bekâret kontrolünün gerekli olduğunu savunmuş "Özellikle kız yetiştirme yurtlarında kızları korkutmak açısından yapılmalı" demiş ve hatta "iki üç kız bu yüzden ölürse önemli değil" görüşünü de sözlerine eklemişti. Bu görüşlerin yanlışlığını farkederek sözleri toparlamaya çalışan ve "doğruları" aynı röportajda dile getiren danışmanı Selma Acuner'i ise teşekkür etmesi gerekirken en kısa zamanda görevinden uzaklaştırmıştı.

Röportajın hemen ertesinde ben Acuner'in haklı olduğunu yazarak, işini kaybetme riskini göze alıp gerçeği vurguladığı için kendisini kutlamış ama Türkiye'de doğru söyleyen 9 köyden kovulduğu için, başına gelecekleri de söylemiştim. Haksız çıkmadım..

Dış ilişkiler danışmanıyken, Türkân Akyol'un bakanlığı döneminde önce "Kadın Statüsü ve Sorunları" Genel Müdürlüğü'ne sonra da Başbakanlık danışmanlığına getirilen siyaset bilimci Selma Acuner için Saygın "Beyanat verdi" diyerek soruşturma açtırdı ve onun başarılı olduğu görevinden alınarak pasif bir göreve verilmesini sağladı.

Şimdi.. Sağduyu sahibi tüm Türk kadınlarının da aynı düşüncede olduğuna inanarak Bakan Saygın'a soruyor ve -yine hepimiz adına- cevaplamasını bekliyorum;

1- Bu ani değişikliğin sebebi yaklaşmakta olan seçim midir yoksa gerçekten hatalı olduğunuzu kabul mü ediyorsunuz?

2- Hatanızı kabul ediyorsanız Selma Acuner'in gerçeği zamanında farkedip bildirmesinden dolayı onu cezalandırdığınıza göre, görevini derhal kendisine iade ederek ikinci hatanızı tamir edecek misiniz?

Bu arada, tabii sayın Başbakan'ın da konuya gereken ilgiyi göstereceğini umuyorum.

Başbakanla sohbet

Geçen Cuma Berna Tokar'ın sevgili eşi işadamı, gazeteci yazar Feyyaz Tokar'ı kaybedişinin yıldönümünde okuttuğu dua için Otağtepe'deki evinin bahçesinde toplanmıştık.

Tokar'ların aile dostu olan Başbakan Mesut Yılmaz ve eşi Berna Hanım da oradaydılar. Duadan sonra Başbakan'la yaptığımız kısa sohbetde kendisine çok merak ettiğim (hepimizin merakı olan) bir iki soruyu sorma fırsatı buldum.

Yıllardır siyasetteki en önemli sorunumuzun mevcut seçim kanunu ve partiler yasası yüzünden siyasetimizin bir türlü demokratikleşememesi olduğu bilim adamları, siyasetçilerin kendisi ve basın tarafından tekrar tekrar vurgulanmakta. Bunu hükümet ortağı olan -ve olmayan- partilerin hepsi de gayet iyi biliyorlar.

O zaman neden ısrarla, bu gerçek unutulmuş ya da böyle bir sorun yokmuş gibi yasalar çıkarılmadan seçime gidiliyor? Mesut Yılmaz soruya kısaca "İktidar ortağı partiler bu yasaların çıkarılması konusunda anlaşamıyorlar" cevabını verdi.

Ne olacak peki? Seçim bu şekilde yapılırsa tablo fazla değişmeyeceği için yine benzer bir hükümet oluşturulacak. Bu durumda Türkiye bu yasalarla sonsuza kadar gidecek mi?

Cevap;

"Biz çoğunluk hükümeti olarak gelirsek değiştireceğiz."

- Nasıl geleceksiniz?

- ANAP yeterince güçlü..

- Ya hesapta ufak bir hata olur da FP ile DYP gelirse?

- Gelmez.

- Nasıl emin olabiliriz?

Yılmaz gülerek yüzüme bakıyor ve;

- En yetkili ağızdan duyuyorsunuz. Güvenebilirsiniz.

Aslında Mesut Yılmaz'ın kendinden ve durumdan bu kadar emin ve sakin görüntüsü açıkcası insana güven veriyor. Yıllardır defalarca kendisini kızdıracak yazılar yazmış olmama rağmen ben bile bu güven ve serinkanlılıktan etkileniyorum. Konuştuğum bir çok insan dürüstlüğüne ve çabalarına en çok inandıkları liderin o olduğunu söylüyor. Nitekim dünkü gazetelerde Yılmaz'ın;

"Bugüne kadar, hakkımızdaki bütün suçlamalara dürüst adam imajıyla direnmeye çalıştık. Bugün farklı bir noktadayız. Performansı yüksek, kavga etmeyen, iş ve icraat yapan, kararlı, ülkeye itibar kazandıran bir konumdayız" sözleri yer aldı.

Buna rağmen.. Ya bir ihtimal, hesabı doğru çıkmazsa, seçim ve partiler kanunu çıkarılmadığı için ülke seçimden sonra yeni bir kaosa sürüklenirse.. O zaman ne olacak?

Aynı gün Başbakan af konusundaki "Halk istemiyor, nasıl çıkabilir?" soruma "Ortada bir çözüm bulacağız" cevabını vermişti. Önceki gün yapılan açıklamaya göre ANAP halkın çoğunluğu gibi, hemen hemen hiçbir suçlunun çıkmasına razı değil.

Seçim konusunda "Baykal'ı kızdırmayalım", af konusunda "Ecevitleri kızdırmayalım" diyerek çözüm aranırsa bu işin içinden çıkılır mı?

Bence Yılmaz en doğrusunu yapmalı ve sadece halkı kızdırmamaya çalışmalı!


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr