SALI 04 AĞUSTOS 1998
Bir aydır Türkiye'yi göz ucuyla izledim. Asıl dikkatimi Amerika'yı anlamaya yönelttim. New York-Long Island-Washington üçgeninde gittim geldim. New York'ta milyonlarca isimsiz insandan biri olarak, Amerika'yı içinden seyretmeyi denedim. Washington'da, o ülkede, dolayısıyla dünyada isim sahibi olan bir dizi insanla karşılaştım, görüştüm. New York'ta The New York Times'ı, Washington'da The Washington Post'u her gün okumayı ihmal etmedim...
Long Island, ayrı bir boyut. New York şehrine yakın bu adı üzerindeki uzun ada, Amerika'nın en ünlü şahsiyetlerinin ve zenginlerinin evlerini barındıran, uluslararası jet-setin sayfiye merkezi. Adanın kuzey ucu, çatal şeklinde. Çatalın, Atlantik Okyanusu'na dönük ucunda, sonu Hampton ile biten, Southampton, Bridgehampton, Westhampton gibi yerleşim merkezleri var. Bu sayede, "Hamptonlara gitmek" diye de bir kavram gelişmiş. New York'ta mühim birini arıyorsanız, cuma günü görüşmeyi unutun. Çünkü, mutlaka cumadan pazartesiye kadar "Hamptonlara" kaçmış oluyor. Örneğin, Richard Holbrooke böyle. Ya da mühim kişiler, birbirlerini "Hamptonlar"da buluyorlar. Bu hafta, başı iyice belâda olan Başkan Clinton da, ünlü sinema yönetmeni Steven Spielberg'e konuk olmak için "Hamptonlara" yani Long Island'a gidiyor.
Long Island, Amerika'nın bilmediğim bir boyutu idi. Bu kez tanıştık... Bunca yıldır, New York, Massachussets, Pennsylvania, Maryland, Virginia, North Carolina, Texas, California, Florida, Illinois, Kansas eyaletlerini gördüm; ayak basmadığım bazı eyaletlerinin neye benzediğini uçaktan seyrettiğim kadarıyla gözümün önüne getiriyorum. Amerikan toprağının yarısına yakını hakkında iyi kötü bir fikir sahibiyim. Gelgelelim, halâ Amerika'yı öğrenme ve kavrama yolunda katettiğim onca mesafeye rağmen, katedeceğim daha çok mesafe bulunduğu duygusundayım.
Kader çizgim bu ülkeyle garip bir oyun içinde adetâ... Orta öğrenimimi Amerikan okullarında geçirdim. Üniversite yıllarımda, anti-Amerikan gösterilerin elebaşlarından biri oldum. Ortaokul ve lise yılları sanki belleğime Amerika'ya ilişkin olumlu hiçbirşey kazımamış gibiydi. Anti-Amerikan siyasi pozisyonumu uzun yıllar korudum. Amerika'yı, gerçek kimliğiyle, kendisi olarak kavramaya başlamam, bu ülkeye ilk kez ayak bastığım 80'li yılların tam ortasından itibarendir. Orta öğrenimde bilinçaltıma gizlenmiş olanlar, o sırada geri gelmeye başladı. 13 yıldır kaç kere buraya geldiğimi sayamayacak kadar çok geldim. Kimisinde uzun süreler kaldım. Amerika'yı, artık, geçmişin anti-Amerikan eylemlerinden pişmanlık duymayacak biçimde ama anti-Amerikan duyguların zerresi kalmayacak ölçüde yakından tanıdığımı ve kavradığımı biliyorum. Amerikan demokrasisinin ilkelerine ve işleyiş biçimine, Amerika'nın özgür bir ülke olarak "açık toplum" karakterine hayranlık duyduğumu da gizleyecek değilim.
Amerika'nın bu karakteristiklerini daha iyi özümseyebilmek için, çok daha önce yapmam gereken bir şeyi yaptım; Alexis de Tocqueville'in ömrü 200 yıla yaklaşan dev eseri "Amerika'da Demokrasi"yi satın aldım.
Bu ülkede sürekli yaşayamayacak kadar, kendi topraklarıma ve kültürüme aitim. Fakat, bu ülkeyi her seferinde yeniden keşfetmek, zihin kıvrımlarımı genişletmek, düşünce ufuklarımı büyütmek için, kısa süreli ziyaretlerden kendimi alamayacağımın da farkındayım.
Çünkü, bizim yaşam süremize denk gelen, insanlığın ve dünyanın en yeni ve en son bu uygarlığını, dünyanın "tek süperdevleti"ni tanıma ve kavrama işlemi durmuyor. Bu son ziyaretimde de, yeni şeyler öğrendiğimi, yeni boyutlar edindiğimi seziyorum.
Amerika, bir-iki sloganla tanımlanamayacak, "komplo teorileri" aracılığıyla niyetleri ve politikası anlaşılamayacak bir bilmece...
"Yanıltıcı Amerika", bir sonraki yazının konusu...