kapat

PAZARTESİ 20 TEMMUZ 1998

Çetin Altan (e-posta:caltan@sabah.com.tr )

Tiiiiii

Akışı oluklanmayan ne sular akıyor, olmadık anıların miyavladığı çatılardan. Dürtüler dürtüleri dürtüler gibi... Yarım yamalak bilinip de yüksek sesle bağırılan hiç bir ihtiraslı duaya, yüz yıllık takvimlerden hiç biri "amin" dememiş.

Necmeddin Halil öğrenci yetiştiren bir edebiyatçı ve biraz da ozandı. Onun çoktan unutulmuş bir şiirinde, adı artık pek anılmayan bir Fransız ozanından yansımış bir dize vardır:

"En güzel mısralarım yazamadıklarımdır."

Harflere sığamayan bir kozmos sarhoşluğunu tattırma cinnetine tutulmamış kalem, kağıt üstünde Yenicami daktilosunun dilekçesi kadar bile iz bırakmaz.

Okuduktan sonra bir başkasına anlatılabilen bir yazıda böyle bir kozmos tılsımı yoktur. Yazılamamış şiirin güzelliği, başkasına anlatılamayan bir yazıda nokta, virgül arası değişik bir saklambaç oynar...

Ne demek istiyor yani?

Yani demek istiyor ki, demekten kurtulma özgürlüğündeki çeşni, uyku derinliklerindeki bir düş uçurtmasıdır. Uçurtmanın süzülüşü... Uçurtmayı süzülüşten çıkarıp atın... Süzülüş tek başına kalsın... Uçurtması olmayan bir süzülüş, bir uyku derinliğindeki düşte... Soyut bir süzülüş... Bu düşünülemez ve anlatılamaz...

Haydi canım, yani ne demek istiyor?...

Demek yok...

Bir anlatım aracı olarak kullanılmayan yazı.

Salt yazı.

"Ne güzel anlatmış" yargısını vermeyen, anlatmayan, sadece yazı olan yazı...

Olur mu öyle şey?...

Uçurtmanın süzülüşü... Süzülüşten uçurtmayı ayırın, süzülüş uçurtmasız kalsın, bunu bir anlatımsız yazı sayın...

Yani zor...

Yahut çok zor...

Yahut... Haydi canım olmaz... Yani anlatım için değil, kendi yazı olgusu için yazı mı? Öyle bir fotoğraf ki hiç bir şey çekmemiş ama yine de fotoğraf...

Yanmış fotoğraf da değil... İşlevinden çıkartılıp, salt kendi niteliğinde bırakılmış bir fotoğraf...

Yani aslında anlıyorum da...

Başkasına anlatılamayacak bir anlama belki...

Ne anlatıyor? Hiç bir şey anlatmıyor. Ama yine de yazı...

Onu babam da yazar.

Acaba?

Saçma sapan...

Saçma sapan belki de bir şeyi anlatmaya başlamakla başlar. Hele ne anlattığını tam bilmiyorsan...

Rahmetli Bahadır Dülger ne güçlü bir yazardı...

İşte başladık bir şey anlatmaya... Başkasına tekrarlanabilir... Rahmetli Bahadır Dülger çok güçlü bir yazardı diye yazmış, denebilir kolayca...

Uçurtmanın süzülüşünü uçurtmadan koparıp yazmamış.

Onun için de saçma sapan yazmamış.

Ve rahmetli Enver Kapelman ne unutulmaz bir kemancıydı. Efendi adamdı. Keman çaldığı saatlerde hiç sarhoş görülmemişti.

Baban bunu da yazar mı, yazamaz mı?

Yazar yazmasına da... Yani...

Yani... Fani... Cani... Ani... Mani... Kemani...

Yani ne?

Hiç...

Neptün yıldızının keşfinden önce değil, Neptün yıldızının güneşten kopmasından önce...

Bana ne?

Sen de bir zamanlar doğmamıştın, bir gün de öleceksin, kime ne?...

Anlattım, anlattın, anlattı, anlattık, anlattınız, anlattılar...

Hep anlatılabileni anlattılar...

Akışı oluklanmayan ne sular akıyor, olmadık anıların miyavladığı çatılardan...

Bunu anlatmadılar.

Anlatılamazdı... Bir güzel yazdı... On sekizindeki bir resmimi buldum ve makinenin tuşları kendiliğinden bunları yazdı.

Not: 14 yıl önce yazılmış bir yazı... "Uçuk"tan...


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr