kapat

CUMARTESİ 04 TEMMUZ 1998

Nuriye Akman (e-posta:nakman@sabah.com.tr )

Güneşe gebe kalmak

Kuşku ve umut arasında sallanan kalbimi Kahta'da bıraktım. Ve anladım: Güneş, Nemrut'a çıkan herkesi kendine gebe bırakıyordu. Var olduğundan beri doğmayı hiç aksatmayan güneşe, bir güneş doğurmak boynumuzun borcuydu. Kuşku ve umut arasında sallanan kalbimi Kahta'da bıraktım. Ve anladım: Güneş, Nemrut'a çıkan herkesi kendine gebe bırakıyordu. Var olduğundan beri doğmayı hiç aksatmayan güneşe, bir güneş doğurmak boynumuzun borcuydu.

NURİYE AKMAN

* Nemrut, adı gibi zalimce uzaktır yerden. Ama 2 bin 150 metreye tırmandığın an, bu zulüm olmaktan çıkar, armağana dönüşür. Çünkü zirvede bir hazine seni bekler. Güneş her sabah hazineye bir altın taç ekler. Binlerce yıldır bu böyledir. Binlerce yıldır Kommagene Kralı Birinci Antiochus'un anıt mezarı, kendini milyarlarca kesme ve kırma taşın altında gizler. Çakıltaşları yığınının oluşturduğu tümülüs, dağ üstünde dağ gibidir. Etrafındaki dev Tanrı heykelleri, iki dağı birden süsler. Tanrıların da yüzleri güneşe dönüktür, kraliyet ailesinin de. Güneş onları, sabahları doğu terasından, akşamları batı terasından selamlar.

* İyi de bunlar kitap bilgisidir. Bilgiyi yaşamak gerekir. Amaç, güneşin doğuşuna ermekse, yola geceden çıkılır. Kahta'dan bir arabaya binilir, birbuçuk saat dağın karnında gidilir. Sonra inilir, bir yarım saat zirveye yürünür. Dağ karanlığı ile gece ayazı, yıldızları buğulu üzüm salkımlarına dönüştürür. Tırmandıkça susarsın. Susadıkça ağzına bir yıldız tanesi atarsın.

Zirveye uçmak

* Tabii karanlıktan korkanlar geride kalmıştır. Dağın eteklerindeki kahvede havanın alacalanmasını bekleyeceklerdir. Tırmanırken bastıkları yerleri görmek isteyeceklerdir. Gece kuşu olup zirveye uçmak isteyenlerse yollarına devam edeceklerdir. Karanlık onların bedenlerini yutsa da, ayak seslerine dokunamayacaktır. Ayak seslerinin milliyeti yoktur. Kaygan taşlar, ayakların Alman, Amerikan, İsviçreli, İngiliz, İtalyan ya da Türk oluşuna göre ses çıkarmaz. Rüzgar da ayrımcılık yapmaz, dünyanın bir ucundan kalkıp gelen yabancı konuklarla, ev sahiplerinin yüzünü aynı şiddetle keser. Uğultusunu bütün kulaklara eşit dağıtır. Yaza güvenip ince giyinenlere hiç acımaz.

* Güçsüz ve sakat bacaklarla, yaşlı kalplerin imdadına katırlar yetişir. Katır sırtında bile olsa zirveye ulaşmaya can atanlar nedense hep yabancıdır. Cefayı sefaya dönüştürmenin bedeli ikibuçuk milyon liradır. Katırcı Yasin'in aklı bunu almakta zorlanır. "Gerçi bizim ekmek paramız ama gecenin ikisinde yollara düşmeye bence değmez. Adam 85 yaşında, katıra bile zor tutunuyor. Gavuristan'ından kalkmış gelmiş, bu yaştan sonra güneşin doğuşunu Türkiye'den izlesen ne olur, izlemesen ne. Çok meraklıysa güneşi kendi memleketinde doğursun."

Bir koleksiyoncu

* Oysa yaşlı adam, bir güneş doğumu koleksiyoncusudur. Belleğine dünyanın her köşesinden bir doğuş kazımıştır. Sıkıntılı günlerinde onları hafıza albümünden çıkarır, yeniden yeniden seyrederek rahatlar. "Dünyanın bu sekizinci harikasının üstüne güneşin nasıl doğduğu parçası eksik kalmıştı, şimdi tamamlanacak" der. Katırcının aklı iyice karışır.

* Tepeye vardığınızda ortalık ağarmaya başlamıştır. Bütün yıldızlar ışıktan kaçmıştır. Yeni günü beklemeye yalnız iki yıldız dayanabilmiştir. Güneşin gelişine daha yarım saat vardır. Kıvrımları yavaş yavaş belirginleşen heykeller, bu sabahın dağcılarını seyre dalar. İnsanlarla heykellerin bakışması olağanüstüdür. Alacaaydınlığın gölge oyunları, heykelleri insanlaştırır, insanları heykelleştirir. "Ben böyle mistik bir manzara görmedim" diye bağırır biri.

* Doğuş yaklaştıkça herkes platform üzerinde yerini alır. Kameralar, fotoğraf makineleri hazırlanır. Ama güneş bir türlü doğmaz. Güneş belki "Önce Doğu Toros sıradağlarının ihtişamına bakın" der. 2 bin metre aşağıda uzanan ovanın, Fırat'ın geçitleri ve Atatürk Barajı'nın göletleriyle süslenen sükunetine dikkat çeker. GAP'ın çevre illeri nasıl da sahil yerlerine dönüştürdüğünü hatırlatmak ister.

Gözler iki dağ arasında

* Güneşin acelesi yoktur. Güneş ihmalci de değildir. Evrenlerin en dakiğidir. Ama seyir terasında gözlerini güneşin çıkacağı iki dağın arasına dikenler ayıp eder:

"Hadi ya, niye doğmadı güneş hala?"

"Hani 5'te doğacaktı?"

"Belki rötar yapmıştır"

"Lastiği patlamıştır."

"Doğsa da gitsek artık, çok üşüdüm."

* Çene yarıştırmaktan, güneşin gönderdiği öncü ışık oyunlarını göremezler. Halbuki önce beş ton kızıl gerilmiştir ufka. İki soluk alımının ardından kızıllar kaçışmış, yerini 5 ton kayısılar, 7 ton portakallar, 9 ton limonlar almıştır. Işık, dağları bir griye, bir yeşile, bir mora boyamıştır. Gözleriniz bunların hangi tonuna yetişeceğini bilemez. Renkler, havadaki kokuları bile değiştirmiştir. Karanlıkta başka kokan dağ çiçekleri, ışığı yedikçe kendine yeni kokular seçmeye başlar. Güneşin doğmasından hemen önce dağ, taş, börtü böcek taze yeni gün kokar.

* Devam edip giden şamata, bütün bunları saklar kalplerden. Kalp, göze eşlik etmezse bir işe yaramaz çünkü. "Güneş doğmuyor, sabah olmuyor" nakaratlı arabesk şarkılar bağıra bağıra söylenebilir o zaman. M.Ö 69 yılına kadar uzanan bir krallığın kalıntıları üstüne, güneşin bir kez daha düşecek olması onları heyecanlandırmaz. Güneşin kahraman bir kumandan mı, yoksa bir emir eri mi olduğunu kimse kimseye sormaz.

Bir oyun gibi

* Madem ki bir tiyatro seyiri gibi o terasa oturuldu, madem ki güneşin sahneye çıkması bekleniyordu, bu kalabalığa susmak yaraşırdı. Üstelik, aralarında İzmirli bir tiyatrocular grubu da vardı. Güneşi en iyi onlar anlamalıydı. Yabancı turistler susuyordu. Türkler tempo tutmaya başlamıştı:

"Doğuyor! Doğuyor!"

"Az kaldı. Bakın ucundan gözüktü."

"Evet çıkıyor, hanımlar beyler."

"Çıkıyor! Çıkıyor!"

Alkışlar, bağırışlar.

"Sanki sallanıyor."

"Çok yorgundur herhalde."

"Biraz da topallıyor gibi."

"Araba çarpmış olmasın."

"Yok yok titriyor. Güneşi elektrik çarpmış."

"Abov!"

"Doğdu işte arkadaşlar. Allah analı babalı büyütsün!"

"Ay ben daha büyük doğacak sandım. Şöyle kocaman tabak gibi doğsaydı ya."

* Görünmez bir el sanki güneşi düştüğü kuyudan çıkarmaya çalışıyordu. Altın küre, milim milim yukarı taşınıyordu. Son bir gayretle dağların arasından kurtuldu ve göğe asılı kaldı. "Güneş seyircileri" arkalarını ona hemen döndüler. Dağdan inmeye durdular. Bir kısmı heykellerle fotoğraf çektirme yarışına düştü. Kuşların bu doğuşa nasıl eşlik ettiğini duymadılar bile. Tabii ilk ışıklarla birlikte Toroslar'ın geceliklerini çıkartıp günlük giysilerini nasıl giyindiklerini de göremediler. Öndeki sıra dağların elbisesi yeşil, kahve ve bej , arkadakilerin gri, mor ve lacivertti.

Şiirler düştü

* Kalabalığın mevzilendiği platformdan uzakta, kayaların arasında, yalnızlıklarını koruyan bir köşe bulup, güneşi sükunet, hayranlık ve saygıyla seyredenler de vardı tabii. Hepsi diğer grubun şamatasından rahatsız olmuştu. Onları sonra dinlerken bana yaşadıkları anın ihtişamını kuşanmışlar gibi geldi. Coşku, dillerine şiir olarak vurmuştu. İçinde güneş geçen bütün şiirler birer çiğ damlası gibi heykellerin üstüne düştü.

* Birinin ismini almayı akıl edebilmişim: GAP Adıyaman Girişimci Destekleme ve Yönlendirme Merkezi'nden Mehmet Sırrı Özen. Ona göre güneşe bir süre çıplak gözle bakabilmek, içindeki ışık şelaleriyle yıkanmak müthişti. Sürekli bakınca içinden bir sürü başka güneşler doğuyordu sanki. Güneş biraz yükselince dağın batı terasına doğru yönelmiş, tam o sırada onu en az güneş doğuşu kadar etkileyen başka bir manzara ile karşılaşmıştı. Güneşin ışıkları, dağın gölgesini ovaya düşürmüş, Nemrut'un sivri zirvesi 30-40 km'lik bir mesafeye, dev bir üçgen halinde yayılmıştı.

* Soğuk hâlâ titretiyordu. Ben battaniyelerine sıkı sıkı bürünmüş insanları izlerken, güneşin çıplak heykelleri bir battaniye gibi sarıp, "Siz de üşüdünüz mü?" diye sorduğunu, onların tahrip olmuş bedenlerini teselli ettiğini hayal ettim. Oysa şiirselliğin bu kadarı akla zarardı. Meğer güneş, dünyanın 8'inci harikası olarak nitelenen ve UNESCO tarafında dünya kültür mirası listesine alınan bu heykellerin düşmanlarından biriymiş. Güneşin, rüzgarla işbirlikçiliği; heykelleri tahrip ediyormuş. Yağmur ve kar suyunun etkisiyle su alan heykeller gündüz deli gibi yanmaya, geceleri çılgın gibi titremeye dayanamıyor, genleşip patlıyormuş. Böyle giderse birkaç yıl sonra toz-toprak olup bitecekmiş.

Nemrut nasıl kurtulur?

* 6. Uluslararası Kahta Kommagene Festivali'ne gelmenin bunları öğrenmek gibi yararları oluyor işte. Peki Nemrut nasıl kurtulacak? Adıyaman Valisi Kadir Çalışıcı'dan aldığım bilgiye göre, genleşmeye karşı heykellerdeki çatlaklara özel bir sıvı karışımı enjekte etmeyi, bütün heykellerin sera tipi cam fanus içine alınarak doğal etkilere karşı korumayı ya da hepsini dağdan indirip şehirde sergilemeyi önerenler varmış. Bunlardan hangisinin daha uygun olduğuna Kültür Bakanlığı karar verecekmiş ama bu konuda bilimsel ve sistematik bir çalışma henüz yokmuş. 1996'da Nemrut Dağı Milli Parkı'nda yapılacak plan ve uygulamalara ilişkin protokol; Kültür, Turizm ve Orman Bakanlıkları arasında imzalanarak yürürlüğe girmiş ancak merkeziyetçi ve dağınık yönetim yapısı nedeniyle etkin bir koordinasyon sağlanamamış. Protokol gereği oluşturulan Yönlendirme Komisyonu ancak bir kez toplanabilmiş. Şu ana kadar da görülür bir sonuç elde edilememiş.

Master-plan gerekli

* Valiye göre bu doğal, kültürel ve tarihsel mirasın, sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde ve koruma-kullanma dengesi kurularak turizmin hizmetine sunulabilmesi, ancak bir master plan yaklaşımıyla mümkündü. Nemrut Dağı ören yerinde çeşitli açılardan yetki ve sorumluluğu bulunan değişik bakanlık ve kurumların, birbirlerinden kopuk çalışmaları, koruma-kullanma dengesine zarar verecek ve uzun vadede olumsuz görüntülere neden olacaktı. Özetle, M.Ö. 69'da kuruluşundan, M.S. 72'de sona erişine kadar hiç savaşmamış, egemenliğinin bitişi dahil bütün sorunlarını antlaşmalarla halletmiş, savaşın, düşmanlığın insanlık için büyük bir günah ve kayıp olduğuna inanmış bu Makedon-Pers uygarlığına yazık olacaktı.

* Festivalin organizatörü Turizm Müdürü Mahmut Arslan'a göre, dağdaki tarihi eserlerin korunması, restorasyonu, kazı işleri, bir müze kurulması ve uluslarası tanıtımına ilişkin beş yıllık bir master programı, kendisinin de kurucusu ve genel sekreteri olduğu merkezi Hollanda'da olan The International Nemrut Foundation, hazırlayıp Kültür Bakanlığı'na ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'na sunmuştu. Onay geldiği an çalışmalara başlayacaktı.

* Kuşku ve umut arasında sallanan kalbimi Kahta'da bıraktım. Ve anladım: Güneş, Nemrut'a çıkan herkesi kendine gebe bırakıyordu. Var olduğundan beri doğmayı hiç aksatmayan güneşe, bir güneş doğurmak boynumuzun borcuydu.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr