CUMARTESİ 04 TEMMUZ 1998
Politikacı ile asker kamuoyu önünde yüksek sesle tartışır mı?
Olağan koşullarda tartışmaz.
Tartışma gerekiyorsa, görüş ayrılıkları varsa, bunun için uygun mekanlar, anayasal zeminler vardır. Oralarda oturulur, konuşulur. Devlet yönetiminde iki tarafı da ilgilendiren ortak konuların kapalı kapılar arkasında görüşülmesidir esas olan...
Eğer ortak konulardaki farklı görüşler, tartışmalar kamuoyuna taşınırsa, olağan değildir bu.
Olağanüstülüğün işaretidir.
Rejimle ilgili bir şeylerin ters gittiğini, bazı çivilerin yerinden oynamaya başladığını gösterir.
Böyle bir dönemi yoğun olarak yakın geçmişte, Refahyol döneminde yaşadık.
Nedeni sır değil:
İrtica...
Erbakan-Çiller ikilisinin sahneden çekilmesiyle birlikte işler önce rayına oturur gibi oldu. Ama sonra bu defa da Başbakan Yılmaz'la asker arasında iplerin gerginleştiğine tanık olduk. Karşılıklı sert açıklamalar siyaset sahnesini karıştırdı geçen Mart ayında. Film, kopmanın eşiğine gelir gibi oldu.
Olağan değildi bu da.
Hava değişti sonra. Bazı yanlış anlamaların giderilmesine dönük olarak diyalogların örülmesi yolunda çabalar sarfedildi. Konuların kamuoyu önünde değil, kendi zeminlerinde konuşulmasına özen gösterildi.
Bu sayede, bir takım farklı anlayışlar devam etse de, hiç olmazsa suyun yüzü durulmaya başladı. Siyaset sahnesinde tansiyon düşüşe geçti.
İyi de oldu.
Şu günlerde yeniden bir hava değişimi söz konusu. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in basına yansıyan bazı sözleri, konuşmaları yatıyor bunun kaynağında.
Orgeneral Bir, irticanın bir numaralı tehdit olmaya devam ettiğini, "Cumhuriyeti kendilerinin kurduğunu, gerekirse yine kendilerinin koruyacakları"nı, bugün bir seçim olsa Fazilet'in kazanacağını söylemişti.
Bunun üzerine Başbakan Yardımcısı Ecevit geçen gün partisinin grup toplantısında, Orgeneral Bir'in adını vermeksizin kendisini eleştirdi.
Şöyle dedi DSP lideri:
"Laikliği korumak, demokrasimizi güçlendirmenin, çağdaş uygarlığa uyum sağlamanın başta gelen koşuludur. Ancak laiklik, her gece irtica korkusuyla yatıp, irtica kabusuyla kalkarak korunamaz. Laiklik her dindarı potansiyel mürteci gibi görerek, o yüzden halkın din duygusunu inciterek hiç korunamaz.
Eğer Refah kapatıldıktan sonra ve kimi önde gelenlerine siyaset yasağı konulduktan sonra bile irtica tehlikesi bazı çevrelerin iddia ettiği gibi gerçekten büyüyorsa, irticayı önlemek ve devleti korumak amacıyla uygulanan yöntemlerde ve kullanılan üslupta ciddi yanlışlıklar var demektir.
Bu yanlışlıkların başında da irtica tehlikesini kabusa dönüştürüp, irtica demokrasi ile önlenemez düşüncesine yol açmak gelir. İrtica, demokrasiyi kısarak değil güçlendirerek önlenir. İrtica, aydınlık düşünceli dindarları küstürüp irtica saflarına itelemekten kaçınmakla önlenir. İrtica, yoksulluğa, yolsuzluğa ve adaletsizliğe karşı kararlı mücadeleyle önlenir."
Ecevit'in bu sözlerinde birçok haklı nokta var.
Ya da doğru bir çerçeve!
Ancak çerçevenin doğruluğu, bir başka yamukluğu ortadan kaldırmıyor. Ecevit, Başbakan Yardımcısı. Adını koymasa da, eleştirisinde muhatap aldığı kişi de Genelkurmay İkinci Başkanı...
Birinci soru:
Ecevit'in bu tartışmayı kamuoyuna taşımış olması doğru mu?
İkinci soru:
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Bir'in siyasi içerikli konuları bu kadar çok konuşması doğru mu?
Her iki sorunun da yanıtı:
Hayır, doğru değildir!
Hükümetle Genelkurmay yetkilileri kamuoyu önünde yüksek sesle tartışmazlar. Asker, dışa dönük olarak çok fazla siyasetle ilgilenmez. Politikacıyla asker, devlet yönetimiyle ilgili ortak konularını, varsa görüş ayrılıklarını kapalı kapılar arkasında, anayasal ve yasal zeminlerde görüşürler. Son söz hakkı ise -eğer rejimin adı demokrasi ise- hiç şüphesiz siyasi otoritenindir.
Politikacıyla askerin uyumuna, anayasal işbirliğine belki her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Her iki tarafın da serinkanlı, eski deyişle teenni ile davranması şart. Çünkü, "irtica"nın peşinde olanların bir numaralı hedefi, siville askeri çatıştırmaktır.
Bu tuzağa düşmeyelim!