kapat

ÇARŞAMBA 01 TEMMUZ 1998

Andrew Finkel (e-posta:afinkel@sabah.com.tr )

Obalar Caddesi'ndeki karyola

ADANA: Adana'ya geldiğimde Obalar Caddesi'nin köşesinde bir kalabalık toplanmıştı. Geçen Cumartesi günü geride bir toz bulutu bırakarak yok olan dört katlı apartman binasına hâlâ inanamayan gözlerle bakıyorlardı. Nedense benim dikkatimi daha çok şimdi bir duvarını kaybetmiş olan yan bina çekti. Üst katın döşeme tahtası, 45 derece eğilmişti. Bir karyola bu eğik zemin üzerinde kaymış, yarısı binanın dışında havada asılı, öylece duruyordu.

Binlerce insanı etkileyen bir felaketin tümünü, insanın aklıyla kavraması zor olduğu için tek bir görüntüye saplanmak doğal olsa gerek. O gece Sabah Gazetesi'nin Adana bürolarında gazetenin ilk baskısının matbaadan çıkışını izledim. Yılların güngörmüş muhabirleri, Cemil Taktak'ın çektiği, yıkıntıların arasından canlı kurtulan üç aylık Emircan bebeğin fotoğrafına bakıyorlardı. Gözleriyle resmin üzerinde gezinen parmakları, sanki gerçek bir bebeğe dokunuyormuş gibi hayret ve şefkatle doluydu.

Benim Adana'dan beraberimde getireceğim fotoğrafsa, duvarı aniden koparılarak gelip geçenlerin bakışları önüne serilen, o yarım yatak odası olacak.

Sanırım birçokları hâlâ depremlerin ilahi bir kaynağı olduğunu düşünüyorlardır. Bu duyguyu anlamak zor değil. Deprem, Kıyamet Günü gibi aniden geliveriyor, kurbanlarını tüm günahlarının hesabını vermeye çağırıyor. Müşterisini kandırmayı başardığını sanan müteahhitin hırsızlığını gözler önüne serip cezalandırıyor. Öğle güneşinin altında yıkıntıların arasında hayat belirtisi arayan gönüllülerin inancıyla, hükümet yetkililerinin becerisini sınıyor. Kısaca, insanların başkalarına söylemekten hoşlanmadığı şeyleri kamunun ortak bilgisi haline getiriyor.

İnsanlar kurtarıldıkça kalabalıktan sevinç alkışları yükseliyor, foto muhabirleri öne fırlayıp fotoğraf çekmeye çalışıyorlardı. Ancak, aynı kalabalık cesetleri görüntülemek isteyen muhabirleri neredeyse linç ediyordu. Bakmanın görgüsüzlük olduğu anlar da vardır.

Bu durum, bir felaketin haber yapılmasını güçleştiriyor. Sokaklarda geziyor, umutla acının anılarını arıyorsunuz. Bazen umulmadık bir şeyle karşılaşıyorsunuz. Büyük bir şirkette sekreterlik yapan genç bir kadın örneğin, evine girip üstünü başını değiştirmediği için işine gitmeye çekiniyor. Obalar Caddesi'ne yakın bir ilkokulun bahçesinde bir grup kadın oturmuş, komşularının cenaze namazının kılınmasını bekliyor. Yürürken, insanlar sürekli yanıma gelip Bayındırlık Bakanlığı yetkilisi olup olmadığımı soruyorlardı. Evlerine gelip hasar tespiti yapmamı, güvenle içeri girip giremeyeceklerini söylememi istiyorlardı. İlkokulda kayıtlı, 3000 öğrenci olduğunu öğrenince şaşırdım. Biraz yorgun, biraz şaşkın oradan oraya koşturan müdüre acıdım. O her gün depremle karşılaşıyor olmalı diye düşündüm.

Adana'ya muhabiri olduğum yabancı ajanslara haber geçmek amacıyla geldim. Dış dünyanın ilgilenmesinin şaşırtıcı bir yönü yok, başka ülkelerin de yardım etmek istemelerini doğal karşılamak gerek. Türkiye'nin bu yardımları nazikçe geri çevirmesi sanırım onları şaşırtmıştı.

Hükümet, işlerin üstesinden gelebileceğini göstermeye çalışıyor. Ancak siyasilerin, TV yıldızları gibi gelip yıkıntıların önünde merhamet showları yaparak işleri başlarından aşkın yerel yetkilileri meşgul etmelerini halk pek yutmuyor. Genel olarak görevliler duruma hakim. Obalar Caddesi'ndeki ev buldozerle yerle bir edildi. Henüz herkese su verilemiyor, ekmek dağıtan kamyonlar göründüğünde de sokakta hafif bir karışıklık yaşanıyor. Aslında insanların çoğu sadece biraz heyecanlı. En ufak bir ses duyduklarında bile yerlerinden sıçrıyor. Valilikte çalan telefonlar durumu özetlemeye yeter.

Bir yetkili, "Söylentilere kulak asmayın. Biz bugün öğleden sonra bir deprem daha olacağını ilan etmedik" diye telefon ahizesinden birini azarlıyor. Bir diğeri, sıcak yemek dağıtılan deprem kurbanlarının bazılarının Yeniçeri usülü tabaklarını iğrenerek yerlere atmaları üzerine "Nankörler!" diye bağırıyordu.

Görevlilerin insanları geceyi sokakta geçirmeye teşvik ederek genel hoşnutsuzluğu arttırdıklarını, bu davranışın halkın moralini artçı sarsıntılardan daha fazla bozduğunu, kamu sağlığı açısından da daha büyük bir tehlike yarattığını düşünenler var. Adana Devlet Hastanesi Başhekimi Metin Soydan, "Bu bir cins fobi haline geldi. Hastanedeki doktorlardan bazıları eve gitmek bile istemiyor" diyor.

Belki de insanlar bu kaygılarını başkalarıyla paylaşmak için geceleri parklarda bahçelerde geçiriyor. Ama aynı zamanda buradaki insanlar, yaşadıkları trajediyi dışardan gelenlerle paylaşmayı pek istemiyorlar. Bu son derece anlaşılır bir duygu. Vali yardımcısına dış dünyanın yardım fonuna katkıda bulunmaktan başka ne yapabileceğini sordum.

Beni son derece kibar, anlayışlı bir tavırla, "Adana bir milyonluk bir şehir. Kendi insanımıza kendimiz bakabilmeliyiz" diye yanıtladı.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr