ÇARŞAMBA 01 TEMMUZ 1998
Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs konusunda aldığı son kararlar, aylar önce bu sütunda ilk işaretlerini yazdığımız gidişatı doğruladı..
Şimdi diyebilirsiniz ki, "BM'de alınan kararların bağlayıcı tarafı yok.. Çünkü 6'ıncı maddeye göre alınıyor.." Bu doğru..
Ama daha ne kadar, 6'ıncı maddeye göre alınacak kararlar..
Bizim kulağımıza geldiğimize göre, bazı ülkeler Kıbrıs kararlarının, "ülkeleri bağlayıcı hale gelmesi için 7'inci madde kapsamına alınmasını" istiyor..
İşte esas ve çok büyük tehlike burada..
Çünkü 7'inci madde kapsamında Kıbrıs için bir karar alınırsa, bu, "Türkiye'nin BM üyesi bir ülkenin toprak bütünlüğünü tanımaması" kararını da gündeme getirecek.. Bu işin sonu da ambargoya kadar gider..
BM kararlarını veto edebilme imkanına sahip ülkeler Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin.. Hatta 7'inci madde tehlikesini ortadan kaldırabilecek olan bu ülkelerden herhangi biri..
Rusya ve Çin'i şimdilik bir kenara koyalım ve diğer üç ülke ile ilişkilerimize bir bakalım..
Amerika; Washington'la yaptığımız görüşmelerde Clinton yönetimini, özellikle Kıbrıs konusunda son anda masaya koyduğumuz "tanınma ön şartı" yüzünden kırdık.. Marc Grossman ve Holbrooke gibi, Amerikan dış politikasını doğrudan etkileyen isimleri üzdük.. İlişkilerimiz eskisi gibi pembe değil..
İngiltere; Avrupa Birliği'nin kararları konusunda Blair yönetimi ile ters düştük.. Kendi kendimizi yalnızlığa doğru ittik.. Yaptığımız hatayı şimdi anladık ve düzeltme yoluna girme yanlılarının sayısı giderek artıyor.. AB ile diyalog kurulması gerektiğini düşününlerin sesleri daha kuvvetli çıkıyor..
Fransa; Chirac-Jospin ikilisi ile Ermeni tasarısı yüzünden çekiştik. Oysa Fransa'da yönetimin bu işin başlangıcında yapabilecekleri olmasına rağmen, Ankara vaktinde uyanamadığı için önce gol yedik.. Sonra işi dengelemek için harekete geçerken, "Fransa'ya ambargo" gibi en son söylenmesi gerekenleri en başta söyleyiverdik.. Aynan S-300 füzelerinin Kıbrıs Rum Kesimi'ne yerleştirileceğinin duyulduğu anda verdiğimiz erken ve yanlış tepki gibi.. Orada da en son söylememezi gerekeni, en başka söylemek gafletinde bulundu Ankara..
Türkiye'nin, dünyanın diğer ülkeleri gibi, uluslararası ilişkilerinde çıkarlarını koruması için desteğe ihtiyacı var.. Çünkü bizim de bir dolu dış sorunumuz var.. Onun için dış siyaset üretiminde yeniden bir değerlendirme yapılmasına ihtiyacımız var.. Yanlışlarımızı kendimize söyleyip bunları dazeltmezsek, bu gidişin sonu hüsran olur...
Başında Dışişleri Bakanlığı mensubu şapkası taşıyan, kartvizitinde diplomat yazan kişiler, kendi ülkeleri Dışişleri Bakanlığı'nın çizdiği çerçevenin dışına çıkamaz, hiçbir girişim yapamaz ve ülkelerinin resmi politikasına aykırı açıklamada bulunamazlar.. Herkesce bilinen bu gerçekten yola çıkarak, ABD'nin Ankara büyükelçisi Mark Parris'e soralım:
"Hal böyle iken, Türkiye'nin PKK ile masaya oturmasını isteyen, ayrıca, Türkiye için ılımlı İslam iktidarı teorisini savunan Amerikan Dışişleri Bakanlığı mensubu Henri Barkey'in bu yaptıkları, Dışişleri Bakanlığı'nızın politikası ile bağdaşıyor mu?"
Sormaya devam edelim:
"Henri Barkey, bakanlık mensubu olmasa yaptıkları sadece kendisini bağlar. Ama Amerikan Dışişleri Bakanlığı mensubu olarak bunları yapması, duyduğumuza göre, bakanlığınız içinde sorun yaratması yanında, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikası konusunda, Ankara'da "çok ciddi kaygılar da yaratmış" durumdadır.. Bu nedenle Barkey'in, bakanlıktaki görevinden alınması ihtimali var mı?"
İki basit soru.. Cevabı ise, Ankara-Washington ilişkisinde çok önemli...