PAZAR 26 NİSAN 1998
Yılda iki defa Türkiye'nin yurtdışındaki temsilcileri nöbet değiştirirler. Bazen küçük, bazen büyük gruplar halinde, içerdekiler dışarı yollanır, dışardakilerden de bir bölümü içeri dönerler.
İlkbahar ve sonbahardaki bu trafik birkaç haftadır hem Ankara'da hem de yurtdışında yaşanıyor.
Bu arada, Başbakan, eşi Berna Yılmaz ile birlikte Cenevre'de Birleşmiş Milletler nezdindeki daimi delegeliğimize atanan Büyükelçi Murat Sungar ve eşi Ayşe Sungar onuruna İstanbul'daki Türkuaz'da bir veda yemeği düzenlediler. Gecenin diğer iki ağırlıklı konuğu, Sungar'ın yerine Başbakanlık Başdanışmanlığı'na gelen Büyükelçi Ümit Pamir ve eşi Dilek Pamir ile Bonn'dan New York'a atanan Büyükelçi Volkan Vural ve eşi Gülperi Vural idiler.
Ümit Pamir, geçirdiği talihsiz kazanın izlerini taşıyordu, ancak hızla iyileşmesi yakınlarını çok sevindirdi.
Volkan Vural da Dışişleri'nin en parlak kariyerini sürdürmüş olmanın keyfini çıkarıyor.
Murat Sungar için Başbakan'ın veda yemeği vermesinin bir anlamı var...
Sungar, T.C. bürokratının nasıl olması gerektiğinin en sağlıklı örneğidir. Erbakan dahil çeşitli başbakanlara hizmet vermiş ancak hiçbir zaman taraf olmamıştır. Başbakanların gözüne girmek için, onların duymaktan hoşlanacakları tavsiyelerde bulunmamıştır. Yalın şekilde gerçekleri, doğruları, Türkiye'nin çıkarlarını politikalara yansıtmıştır.
1970-80'lerde, Türk-Amerikan ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturabilmesi için, askeri ilişkilerin yanı sıra ekonomik ilişkilerin canlandırılması gerektiğinin şampiyonluğunu yapmıştır.
Sungar'ı birçok meslektaşından ayıran belki en önemli bir unsur da, renkli kişiliğidir. Görev yaptığı dış postlarda etrafını sadece diplomatlarla doldurmamış, müzik ve sanat çevreleriyle iç içe olmuştur. Nefis piyano çalması, gençliğinde başlayan müzik tutkusunu bırakmaması, onun dünyasını genişletmiştir.
Modern ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin en başarılı ve etkin temsilcilerinden biri olmuştur.
Kısacası, hepimizin onur duyacağı bir diplomat...
Başbakan'ın veda yemeği vermesinin nedeni de buydu...
TRT Genel Müdürü Yücel Yener'den bir mektup aldım.
"Ekranlarımızı şiddetten uzak tutalım" kampanyası ve gerçeklerini anlatıyor:
"Çağımızın en güçlü kitle iletişim aracı televizyon, çocuklarımız için büyük bir tehlike olma yolunda. Biz yayıncılar bu tehlikeyi görmezden gelemeyiz. Onlar bizi seyrediyorlar. Bizden eğitim, haber, eğlence istiyorlar. Kişiliklerinin ve düşüncelerinin gelişimine, sosyalleşmesine fırsat tanımamızı istiyorlar. İstiyorlar ve sorumluluk yüklüyorlar. Programlarımızla, haberlerimizle, filmlerimizle bizler, bu sorumluluğu taşımak zorundayız."
Çok doğru bir saptama ve yerinde bir kampanya.
Devlet televizyonunun başlattığı bu akıma özel TV'lerin bazıları da uyuyorlar, ancak henüz tam anlamıyla bir bilinçlenmeden söz edilemez.
RTÜK'ten ceza yağmasını ve zorlamaları beklemeden kendi kendimize çeki düzen versek, sorun kendiliğinden çözümlenecek.
İsrail Başkonsolosu Eli Shaked'den gelen 50'nci yıldönümü kokteyli ile ilgili davet çok hoştu. Çiçek göndermek isteyenlerin "Mehmetçik Vakfı"na bağışta bulunabilecekleri belirtiliyor. Bir yabancı ülke temsilcisinin bundan daha güzel bir "halkla ilişki" kampanyası gerçekleştirdiğini görmedim.
Bu, bir büyükelçilik ve başkonsolosluğun görev yaptığı ülkenin nabzını iyi tuttukları anlamına gelir.
TCDD yıllardır hor görüldü.
Ne doğru dürüst yatırım yapıldı, ne de teşvik edildi. Kendimizi otoyollara attık. Kazalarda binlerce insanımızın ölmesine dahi aldırmadık.
1996 yılında yaklaşık 13 milyon insan bir yerden bir yere gitti.
Karayolu payı yüzde 82, denizyolu payı yüzde 9, havayolu payı yüzde 9. Yük taşımacılığındaki oranlar daha da kötü. Karayolu yüzde 97, denizyolunun payı yüzde 3.
Dünyadaki uygulamaya bakarsanız, karayolları ile denizyollarının payları birbirine çok yakındır. Nedeni de çok basit. Karayolu taşımacılığı hem daha pahalı (araç, benzin, lastik vs.) hem daha tehlikeli. Denizyolu ise daha ucuz ve daha güvenli.
Eğer böyle devam edersek, 2000'li yıllarda tamamen karayollarına mahkum olacağız. Yolcu ve mal taşımada TCDD'nin payı, 2005'te ortalama yüzde 1'e inecek.
TCDD İşletme Müdürlüğü de felaketin farkına varmış ve ilk aşamada en çok kullanılan 567 kilometrelik Ankara-İstanbul arasının modernizasyonu için kolları sıvamış.
Şimdi top hükümette...
Proje 3 yılda tamamlanacak ve 237 milyon dolara mal olacak.
Bugün, Ankara-İstanbul arası trenle 7.5 saat sürüyor. Aynı güzergah, karayolundan 5.5 saat sürüyor.
Bu proje gerçekleştirildiği anda, Ankara-İstanbul arası 4 saate inecek.
Türkiye'nin artık demiryollarına sahip çıkma zamanı geldi de geçiyor bile...