kapat

26 MART 1997 CARSAMBA
Hasan Cemal
Afgan kebabı, Kabil pilavı...

Dakka Ñ İslamabad'ın orta yerindeki çarşının adı Cinnah, kebapçının adı Kabil. Uzun şişlerde acılı Afgan kebabı. Tabaklar tepeleme Kabil pilavı. Bol yağlı, bol üzümlü. Üstünde ince şeritler halinde fırınlanmış, hafif kararmış havuçlar, içinde kocaman bir lop et parçası... Öylesine bir kebap ziyafeti ki, gel de Cengiz Çandar'ı anma!

Pakistan'ın başkentindeki Afgan kebapçısına bizi götürenler, buradaki Uluslararası İslam Üniversitesi'nde okuyan bazı Türk öğrenciler. Hemen hepsi Türkiye'de İmam hatip liselerinden mezun olmuşlar.

Kimi Elazığ'dan, kimi Çorum'dan, kimi Erzurum'dan, kimi Trabzon'dan, kimi Rize'den. Genç delikanlılar. Belki raslantı ama çoğu Doğu Karadeniz'den...

Hemen hepsi sakallı.

Kimisi sakalını olduğu gibi bırakmış, tabii haliyle uzadığı kadar uzamış sakal. Kimisi, hafif tertip inceltmiş sakalını. Aralarında saçlarını koyuveren de var.

Bir öğrenci için ayda 100 dolar yetiyormuş. Her sömestir dört aymış. Uluslararası İslam Üniversitesi'nde dersler Arapça ve İngilizce'ymiş. O yüzden ilk yıl daha çok bu dilleri öğrenmekle geçiyormuş. Hocalar daha çok Mısır'dan, Kahire'deki El Ezher Üniversitesi'ndenmiş. Şeirat Hukuku'nu Mısırlı hocalardan öğreniyorlarmış...

Hangi rüzgar?..

Hangi rüzgarlar bu genç insanları, Türkiye'ye göre çok daha yoksul bir ülkeye savurmuştu? Niye?

Bu soru ister istemez hemen akla takılıyordu. Zira, yurtdışında ilahiyat okuma karşılığında alınan diplomaların Türkiye'de herhangi bir geçerliği yoktu. Örneğin Kahire'deki El Ezher'de okuyan Türk öğrencilerinin sayısı bir ara 3500'e kadar çıkmış, ancak diploma geçerliği kaldırılınca şimdi 500'e kadar düşmüştü.

İslamabad'daki İslam Üniversitesi'nin diplomaları da Türkiye'de geçerli sayılmıyordu. Öyleyse bu genç insanlar, Türkiye'deki imam hatipleri bitirip niye buraya gelmişlerdi?

Doğrusu bu soruya çok net yanıtlar alabildiğimi söyleyemem. Kimi, imam hatip okullarında Arapça'nın iyi okutulmadığını söyledi. Kimine göre, bizde İngilizce öğretimi zayıftı. Kimi, maddi koşulları gösterdi.

Türkiye'de ne yapmak istediklerine dair sorularım da doğrusu biraz havada kaldı denebilir. Belki de bana söylemek istemediler, bilemiyorum.

Taliban yetiştirmek...

İslamabad'daki Uluslararası İslam Üniversitesi, Pakistan'daki bazı çevrelerde radikalizmin merkezi olarak niteleniyor. Geçen yılın sonlarında, Mısır Büyükelçiliği'ne yapılan bombalı saldırıdan sonra üniversite basılmış ve Kalaşnikof dahil çok sayıda silah ele geçirilmiş.

Zamanın İçişleri Bakanı, Meclis'te yaptığı konuşmada üniversite için terörist yuvası deyimini kullanmış. Bir Türk diplomatik kaynağı bana "Baskın sırasında bir top çıkmadığı kaldı üniversiteden" dedi.

Ankara, İslam Üniversitesi'ni yakın takipte tutuyor. İslamabad'daki sohbetlerim sırasında bazı devlet yetkililerinin söylediklerini şu noktalarda toplayabilirim:

"Bizim kayıtlarımıza göre halen 75 Türk öğrenci var buradaki İslam Üniversitesi'nde..."

"Erbakan, 1987-88'de İslamabad'da General Ziya Ül Hak'la görüşüp kontenjan arttırmış. Benazir Butto başbakanken benzer talepte bulunmuş, ancak bu talebini Butto duymazlıktan gelmiş..."

"İslam Üniversitesi'nde İslam Hukuku, Şeriat öğrenen talebelerden bazıları, Afganistan'dakiler dahil bazı kamplarda silahlı eğitim görüyorlar, fanatik olarak yetiştiriliyorlar."

"Bu üniversiteye en çok Rabıta ve Müslüman Kardeşler örgütleri mali destek veriyor."

"Kesin istihbaratımız var. Bu üniversiteden Taliban'a da militan yetiştiriliyor. Tatil dönemlerinde Afganistan'a götürülüp silahlı eğitim yaptırılıyor bazılarına..."

Taliban'ın anlamı...

Dakka'ya gelmek için dün Lahor'dan uçağa binerken aldığım Nation isimli İngilizce gazetede, Afganistan'ın başkenti Kabil'den AFP'nin bildirdiği bir haber:

"Taliban Hükümeti, sakallarını olduğu gibi bırakmayıp incelten 66 devlet memurunun görevine son verdi. Şeriat isimli devlet radyosunun haberine göre, sakalların tabii haliyle bırakılmasını öngören hükümet kararnamesi ihlal edildiği için bu karar verilmiş.

Afganistan'ın başkentini geçen yıl Eylül ayında ele geçiren Talibanlar, Şeriat'ı müthiş sıkı uyguluyorlar. Kadınların dışarı çıktıklarında çarşaf altında her yerlerinin kapalı olması gerekiyor. Yoksa, din polisleri tarafından dövülme riski var."

Talibanlar böyle.

Kadının çalışmasını, hatta sokağa çıkmasını yasaklamış durumdalar...

Demirel, İslam, şiddet...

Demirel'in bu gezideki mesajlarından biri şu: İslam'la şiddet bağdaşmaz! Lahor'da bizlerle sohbet ederken şöyle dedi:

"Müslümanlığı şiddete alet edenler, günahların en büyüğünü işler."

Cumhurbaşkanı Demirel aynı mesajı, Lahor'da bazı Pakistanlı gazetecilere de verdi:

"İslam'la terörün ilgisi yok. Cezayir olmayacak Türkiye! Bir düşünün: Cezayir'de teröristler, Ramazan ayında 300 masum insanı katlettiler. Üstelik İslam adına... İslam'a reva mı bu kan içicilik?.. Cezayir'de olana Türkiye'de izin vermeyiz."

Türkiye'nin demokrasiye ve onun vazgeçilmez altyapısı olan laikliğe sahip çıkması, barış ve huzurun en temel koşulu. İnsan, bu coğrafyada dolaştıkça, bu gerçeği çok daha yalın olarak görebiliyor.


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.