kapat

02 MART 1997 PAZAR
Selahattin Duman
Solukları kesen bir telefon diplomasisi

Genelkurmay Başkanı'nı durduk yere rahatsız etmek istemezdim.. Ama bir ilçe başkanı ile yaptıkları görüşmeleri bile uzun uzun anlatıp kendilerini öven meslektaşlara bir ders vermek istedim.. Ben konuştum mu böyle konuşurum..

Milli Güvenlik Kurulu toplantısı geç saatlerde bitmişti.. Gece yarısından sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'yı evinden aradım.. Paşa'nın telefondaki sesi biraz yorgun ama huzurluydu..

- Paşam, aldığınız kararlar memlekete hayırlı uğurlu olsun, dedim..

- Sağolun Selahattin Bey, dedi.. Güveninize layık olmaya çalışıyoruz..

Paşa'yı Ankara'dan tanırım.. Ben askerliğimi topçu eri olarak yaptığımda o generallik sırası bekleyen bir kurmay albaydı.. Benim rahmetli kayınpeder de emekli subaydır.. O yüzden lojmanlara gelip giderken sık sık karşılaşırdık..

İsmail Hakkı Paşa bütün eski kumandanlar gibi topçu sınıfına çok önem verir.. Topçu sınıfı hem büyük kumandanlar hem de büyük devlet adamları yetiştirmiştir..

Rahmetli İsmet Paşa da topçuydu mesela..

Ben de topçu sınıfından olduğum için İsmail Hakkı Karadayı bana çok itibar gösterirdi. İzinli olarak Ankara'ya geldiğim günlerde doğal olarak sivil dolaştırdım. Buna rağmen karşılaştığımızda "Bir karargah subayı" gibi selamlanırdım..

Bu eski tanışıklığın verdiği samimiyete dayanarak önemli olaylar yaşandığında Paşa'yı evinden, makamından teklifsizce ararım.. Telefonda dertleşir, karşılıklı görüş alış verişinde bulunuruz..

Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonraki vakitsiz arayışım da böyle bir teklifsizlikten kaynaklanıyor..

NELER KONUŞTUK?

- Paşam, dedim.. Beni tanırsınız.. Rejimin selameti söz konusu olduğunda kendimi feda etmekten kaçınmam.. Belki hatırlatmama gerek yok ama.. Bana ihtiyacınız olursa emrinizdeyim..

O sırada hatlarda bir cızırtı oldu.. Paşa'nın verdiği cevabı kelimesi kelimesine duyamadım ama sesinin tonundan içinin rahatladığını anladım.. Ne de olsa verilmiş bir destek sözü benim ki..

Haliyle insanın içini rahatlattırır.. Hem öyle bir kişi, iki kişi hesabı yapıp olayı küçümsememek lazım.. Ne demiş eskiler.. Bir mıh bir nal. Bir nal bir at. Bir at bir yiğit. Bir yiğit bir vatan kurtarır..

Bu örneği verirken "adı geçen yiğit benim.." demek istemiyorum.. Benimki bir tesbit sadece.. Uzun etmeyelim.. Paşa ile rejim üzerinde konuşurken, Milli Güvenlik Kurulu'nun kararlarına direnmeye kalkışacak sivillere de değinmeden edemedim..

- Gözünüz özellikle medyanın üzerinde olsun Paşam, dedim..

***

Beni tanıyanlar bilirler.. İhbarcılık karakterim yoktur.. O yüzden "Milli Güvenlik Kurulu'nun karşılaşabileceği" sıkıntılara değinip, kimlerin problem çıkarabileceğini anlatırken kesinlikle isim vermedim..

Sadece bir gazeteci arkadaşımızın "rejime müdahale olduğu taktirde dağa çıkar mücadele ederim" dediğini hatırlattım.. Paşa merakla dağa çıkacağını ilan eden gazetecinin ismini sordu..

- Paşam ısrar etmeyin isim söyleyemem, deyip şöyle devam ettim:

- Şimdi bu arkadaşın çenesinde Sihirbaz Mandrake gibi dido sakal bulunduğunu söyler, televizyonda 32'nci Gün adlı bir program yaptığını anlatırsam hemen tanırsınız. Müsaade ederseniz ismi bende saklı kalsın..

Allah'tan Paşa bu sözlerimi anlayışla karşıladı ve isim konusunda üstelemedi.. Gördüğüm anlayış üzerine bildiklerimi aktardım.

Söz konusu gazetecinin köşesinde açık açık "Bir daha yanlış yaparlarsa beni karşılarında bulurlar.. Elimin altında televizyon var.. Vallahi aleyhlerinde program yaparım.. İnsan içine çıkamazlar.." diye yazdığını anlattım..

YER ALTINA İNECEKLER

Bir başka gazeteci arkadaş ise "Benim dağ ayakkabılarım yok.. Ben yer altına inip, oradan mücadelemi sürdürürüm.." diyordu ya!

Ondan da söz ettim.. İsmail Hakkı Paşa hemen çıkaramadı.. Üsteledim: "Tanırsınız Paşam" dedim.. "Hani bizim gazetenin orta yerinde kollarını çapraz kavuşturmuş tasviri var ya!"

Paşa belli ki bizimkini okumuyor.. Yine bilemedi. Ben de isim vermek istemediğimden açık açık söyleyemiyorum.. Biraz sıkıntı doğdu. Nihayet "Hani hem ağır ağır konuşuyor, hem de geveze.." dediğimde çıkartabildi..

Memleket meselesidir, diye hiçbir şey saklamadım..

Söz konusu gazeteci arkadaşın "yeraltına inmesi" halinde ciddi tehlike yaratacağını belirttikten başka "Çok tehlikelidir, kafasına bir şey taktı mı mutlaka yapar.. " dedim..

Kalemle mücadelede çok usta olduğunu hatırlatarak "Gözünüze dikkat edin paşam.. Kalemi aniden gözünüze sokabilir.." uyarısını yaptım..

Gerçekten de öyledir.. Fikri sabiti vardır.. En son olarak 12 Eylül harekatına karşı çıkıp, yerin altına inmişti.. Aylarca, yıllarca kendisinden haber alınamadı.. Meğer saklandığı yerde kış uykusuna yatar gibi "rejim uykusuna" yatmış.. Beş sene sonra elinde bir kitapla çıktı yeraltından:

Tank sesiyle uyanmak!

***

Medya leşkerlerinin huyudur.. Bu işleri önce alkışlarlar sonra da karşı çıkarlar.. Üstelik "Ben daha çok karşı çıktım, sen daha az karşı çıktın" diye birbirlerinin gözünü oyarlar..

12 Eylül Harekatı'nın ressam paşası Kenan Evren'in gözü bunların muhalefetinden çok yılmıştı..

Dış geziye çıkacağı zaman "gözüm arkada kalmasın" diyerek "gazeteci milletinden düzdüğü orduyu" da beraberinde götürürdü..

Allah selamet versin Kenan Paşam'a.. Bunları yedirdi içirdi, memleket memleket gezdirdi yine de yaranamadı.. Şimdi oturup arkasından "Çizdiği resimler bir şeye benzemiyor" diye çekiştiriyorlar..

Paşam'a telefonda bunları anlattıktan sonra yüreğim huzur doldu.. Medyadaki bazı hasımlarımdan kurtulma yolunda şimdi daha güçlü umutlarım var.. Çünkü demokrasiye inanıyorum..


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.