kapat

02 MART 1997 PAZAR
Çengiz Çandar
Yeni süreç...

Milli Güvenlik Kurulu'nun "şubat ayında başlayıp, mart ayında biten" maraton toplantısından sonra nerede bulunuyoruz?

Besbelli ki, önümüzdeki günlerin gündemi bu toplantının değerlendirilmesi, sonuçlarının, bildirinin tanımlanması ve anlamlandırılması olacak. Bu toplantıyla birlikte, "gündem" dramatik biçimde değişmiştir.

Tabii, herkes, "meşrebi"ne göre, MGK bildirisinin ya orasından, ya burasından tutacak. Yeni bir tartışma süreci başlayacak...

Bununla birlikte, MGK'nın "maraton toplantısı" ve çok dikkatle kaleme alındığı belli olan "bol mesajlı" bildirisinin, fazla tartışmaya gerek bırakmayacak türden sonuçları vardır. Bunları, şöyle sıralamak mümkündür:

1. Silahlı Kuvvetler, bundan böyle, Türkiye'deki siyasi karar alma ve verme sürecinin doğrudan doğruya içindedir.

Zaten böyle değil miydi? MGK, 1982 Anayasası'nda konumu güçlendirilmiş yasal bir kurum olarak, zaten bu işlevi görmüyor muydu diye sorulabilir.

Evet. Ama, askerler MGK kanalıyla, siyasi karar alma sürecinin içinde bugüne dek etkili, fakat şekil olarak "dolaylı" biçimde yer alıyorlardı. Artık, "yarı doğrudan" biçimde işin içindedirler. Önemli bir "nüans"...

"Askeri darbe" yoluyla bir "çıplak askeri yönetim" ihtimali, böylece ve bundan böyle "devre dışı"dır. Türkiye'de siyasi sistem, şeklen bütün kurumlarıyla mevcuttur ve işler kalacaktır ama tümünün üzerinde "anayasal statüsü" ile MGK'nın yer aldığı da herkesin malumu olacaktır.

2. MGK'nın "maraton toplantısı" ve bildiri, Başbakan Necmettin Erbakan'ın iktidarının, MGK ile sınırlı olduğu, bu sınırları aşamayacağı, aşmasına izin verilmeyeceğinin ilanıdır.

Bildiri, Refah'a atıldığı söylenmeden atılmış bir "dayak"tır ve bu dayağı atan da, yiyen de bunun böyle olduğunu biliyor.

3. Bildirinin verdiği bir "satır arası mesaj", Refah Partisi'nin iktidardaki mevcudiyetinin, MGK'da yansıyan irade tarafından hoş karşılanmadığı ve "parlamento çerçevesi içinde", iktidardaki bu mevcudiyetin sona ermesi sürecine girildiğidir.

Refah Partisi, hangi beyanda ve değerlendirmede bulunursa bulunsun; bundan sonra hükümette kalsa bile kesinlikle "iktidarda değildir" ve hükümetteki mevcudiyetinden geri sayma işlemi de başlamış demektir.

Yani, bildiğimiz ve arzulanmayan türdeki "darbe" olmadan, darbe bir anlamda zaten olmuştur. Bu, şüphesiz, 12 Eylül'le hiç ilişkisi bulunmayan, en ziyadesiyle 12 Mart'ı andıran; fakat onunla da önemli farklı olan bir türdür.

Bu "yeni tür"ün "siyasi kurbanı" ve hedefinin Refah Partisi olduğunda kimsenin tereddüdü olmaması gerekir. Önümüzde uzanan sürecin, Refah Partisi'nde ve Refah'ta olduğu kadar Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi'nde ne gibi yansımaları olacağı meraka değerdir. Ama olacağı da kesin gibidir...

Refah Partisi, Susurluk'un üzerine gitmeyerek, hatta üstünü örtmeye çalışarak, "intiharı" seçmişti. Defalarca bu sütunlardan kendilerine bunu hatırlatmaya çalıştık ve "intihar etmekte oldukları"nı ve "özgürlükçü ve dürüst imajları"nı yitirirlerse, "arkalarından kimsenin ağlamayacağı"nı vurguladık.

Sadece kendileri için özgürlük isteyen, toplumu bütün katmanlarıyla kucaklamayan, özgürlük ve dürüstlüğün bir bütün olduğunu algılamayan tavırlarıyla, toplumda pekala desteklerini alabilecekleri kesimleri yabancılaştırdılar ve kendi özgürlük taleplerine ilişkin olarak da duyarsızlaştırdılar.

Şimdi, gelinen "güçler dengesi"nde, büyük ölçüde bu zaafları yüzünden, altta kaldılar.

Hernekadar, "Susurluk fırsatı"nı bir daha ellerine geçiremeyecekleri biçimde kaçırdıkları söyleniyorsa da, "yenilenme"ye ve "yedikleri dayağın" tahribatını tamire buradan başlayabilirler.

Görelim bakalım...


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.