Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Mayıs 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Mahalle baskısız kadınlar

02.05.2009
Atilla Dorsay, Yeşilçam'ın üç starıyla tiyatronun bir starını buluşturan Altın Kızlardizisinin setini ziyaret etti. Hem fotoğraf çekti hem de diziyi değerlendi..
Geçenlerde Altın Kızlar'ın setini ziyaret edip birkaç saat geçirdim. Ve özellikle şunu gördüm: Başta dört ünlü oyuncu, tüm ekip öylesine eğleniyor ki, şaşarsınız. Bu eğlence için üstüne para verseler yeridir. Ve o şamatadan süzülüp gelen dizi, bence hepsi birbirini andıran televizyon dizilerimiz içinde özel bir yere gelip yerleşti. Hakkında çıkan genelde olumsuz yazılara karşın... Olumsuz, çünkü herkes, özellikle de vaktiyle orijinal Altın Kızlar'ı izlemiş olan belli yaştakiler, o dizinin havasını bekliyorlardı. Onu tam bulamadılar. Neden? Nedenleri çok. Öncelikle özgün dizi, daha önce bilinen, tanınan oyunculara değil, bu diziyle ilk kez gerçek anlamda tanınan yüzlere dayanıyordu ve hepsi de o diziyle ölümsüzleşti. Hatta Dorothy'nin (Beatrice Arthur) geçen hafta 86 yaşında ölümü, bizde de haber oldu ve çok kişiyi üzdü. Oysa bizde, hepsini çok iyi tanıdığımız, üçü sinemada biri tiyatroda efsane olmuş dört kadın oynuyor. Birden kabullenmek kolay mı? Bir de Amerikan tarzı komediyle bizim komedi anlayışlarımızın farkı var. Orada her bölüm sadece 20 dakika sürüyor ve espriler alabildiğine yoğunlaşıyor. Bizdeyse karmaşık 'reyting' hesapları nedeniyle, her bölüm -reklamların dışındaortalama 70 dakika sürüyor. Aynı vuruculuğu yakalamak zor. Orada diziyi hepsi komedi uzmanı bir ekip yazıyordu. Demek ki Altın Kızlar'ı aslının bir yerlileştirme çabası yerine, ünlü oyunculara dayanan, hafif, nostaljik ve Türk usulü bir duygusallığın zaman zaman komedinin önüne geçtiği bir yapım olarak izlemek gerekiyor. O zaman da keyifle izleniyor.

GİYSİLER O EVE NASIL SIĞIYOR?
Dizide, sık sık gösterilen İstanbul görüntüleriyle özellikle İstanbul dışında yaşayanların ilgisi amaçlanıyor. Yine sık sık gösterilen o Boğaz'a nazır ev, belli bir konfor duygusu yaratarak seyirciyi rahatlatıyor. Masaların ve sehpaların üstü görece olarak boş: Üç aile üyesinin dolu dolu geçmiş yaşamları orada birleştiği halde. Ya dekorun incesine gidilmemiş ya da bilinçli olarak bir boşluk/rahatlık duygusu yaratılmak istenmiş. O ev, o dekorasyon, o rengârenk koltuklar, örtüler, perdeler, yine doğanın tüm renklerini taşıyan giysiler, adeta zaman-dışı ve sınıflar-üstü bir atmosfer yaratıyor. Ev görece olarak küçük, ama dört kadını rahat alıyor. Yine de her sahnede değişen giysilerin oluşturması gereken hacim o eve nasıl sığıyor, meçhul! Asıl dizide de öyle değil miydi? Diziye sık sık duyulan akıcı, neşeli bir müzik eşlik ediyor. Jenerik şarkısı olarak Neler Oluyor Hayatta da iyi bir seçim. Kamera kullanımı rahat, işlevsel. Oyuncular elbette çok iyi. Fatma Girik'in, Hülya Koçyiğit'ten sadece beş yaş büyük olduğu halde onun annesini oynaması çok hoş. Ama asıl dizideki Sophia (Estelle Getty) de öyleydi. Girik ayrıca Sophia'nın yürüyüşünü, asık suratını ve o tavrın içinden fışkıran espri yeteneğini de çok iyi benimsemiş. Asıl diziyi izlediği kesin! Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray, yine asıl dizideki yıldızların yanında çok genç duruyorlar. Ama bu ellerinde mi? Tanrı'nın bir lutfu bu onlara. Hülya Hanım, belki Dorothy'nin davudi sesine ve otoritesine sahip değil. Ama İsmet karakteri tümüyle bizden, hoş ve alımlı bir karakter. Türkan Şoray kimi sahnelerde biraz yaşlı gözükür gibi oluyor. Ama hemen ardından bir gülümsüyor, birden sanki 10-15 yaş küçülüyor. Türkan Hanım kadar gülmenin yakıştığı bir yüz tanımıyorum. O gülünce gözlerinin içi aydınlanıyor ve bu aydınlık, ekrandan bize yansıyor. İnci, asıl dizideki Rose (Betty White) kadar 'aptal' değil! Olsa olsa zaman zaman kimi sorularıyla safoşluğu ortaya çıkıyor! Diziyi yazanlar, özellikle Türkan konusunda 'epik' tiyatrovari espriler yazıyorlar. Örneğin İnci "Gençken beni Türkan Şoray'a benzetirlerdi," (!) diyor veya 1960'larda artist olma hayalleri kuran Fatihli genç kızdan söz ediliyor. Ünlü 'dört büyükler'den Filiz Akın, malum, istediği ve planlandığı halde dizide rol alamadı. Keşke alsaydı! Şimdi esasa gelelim. Yaşlı üç kadın, birinin annesini de aralarına alıp bir evde birlikte oturur mu? Bizde pek oturmaz; aile kurumu öylesine güçlüdür ki, aileler bırakmaz. Ama dizinin yaratıcıları, bu önyargıya karşı çıkıyor. Ayrıca özellikle Blanche'da, ama aslında tüm kahramanlarda bitmemiş bir gençlik özlemi, buna bağlı olarak da hâlâ 'erkek arkadaş' ve ilişki arama eğilimi var. Batı için bu doğal. Ya bizde? Hele bir sahnede, bırakınız üç güzeli, Safiye'nin bile bir yarışmaya çam yarması bir sırıkla gelmesi? Dizinin sempatik ve son derece enerjik yönetmeni Levent Demirkale bize "O sadece bir kavalyeydi," diyor. Kavalye, refakatçi, partner... Yine de ortada bir kadın-erkek yakınlaşması var. Gerçi hanımlarımız hâlâ genç, bakımlı, alımlı. Üstelik o semtte ünlü 'mahalle baskısı' da yok elbette. Yine de Altın Kızlar'ın sosyolojik açıdan en önemli yanı, bu olguyu, yani yaşını-başını almış hanımların da hâlâ 'erkek arkadaş' bulmayı düşledikleri ve üstelik bunu gerçekleştirdikleri savı. Dizi bu haliyle belki ülkemizdeki kimi tabuları sarsarak, hatta yıkarak, feminist eyleme ve kadının kimliğini arama çabasına büyük katkıda bulunacak. Bu bağlamda, İnci-Türkan Şoray'ın önceki haftanın konuk oyuncusu (sahi, her bölümdeki ünlü konuk oyuncular ne iyi fikir!) Tamer Karadağlı'yla otel odasında yaşadıkları, belki not edilmeye değer.
Haberin fotoğrafları