Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Haziran 2007, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
1948 doğumlu olan Eratlı, futbola Cerrahpaşa Kulübü’nde başladı. İstanbulspor’dan transfer olduğu Fenerbahçe’de 1973-1983 arasında 414 maçta oynadı. İstanbulspor’da oynarken 4 kez, Fenerbahçe’deyken 20 kez A Milli Takım ve 4 kez de Ümit Milli Takım formasını giydi. Futbolu 1983’te bıraktı. Sol ayağını raket gibi kullanırdı.

Alpaslan Eratlı

Fenerbahçe ve Milli Takım‘ın en iyi liberolarındandı; kesici ve oyun kurucu olarak da çok başarılıydı. Sol ayağını çok iyi kullanır, penaltı ve frikikleriyle gol atardı. Serinkanlılığı, stili ve centilmenliğiyle bütün futbolseverlerde hayranlık uyandırırdı.
Forması her zaman temizdi!

Bir internet sitesinde, Fenerbahçeliler arasında yapılan "Yüzyılın en iyi defans oyuncusu" anketinde ona yüzde 6 oranında oy verilmesi son derece doğal! Belli ki ankete katılanların sadece yüzde 6'sı izleyebilmiş onu! Oysa açılış muhteşemdi:

İlk kez 2. Lig'de oynarken izledim onu. Yıl 1972. O zamanlar 1. Lig karşılaşmalarından önce 2. Lig maçları oynanırdı. Fenerbahçe-Altay karşılaşmasından önce, 2. Lig'in ilk haftasında, o yıl şampiyon olan Trabzonspor karşısına çıkan İstanbulspor'un ilk on birindeydi. Üstelik santrafor olarak! Dokuz numaralı formayla çıktığı maç, 2-0 İstanbulspor'un galibiyetiyle bitti. İki golü de o attı. İlkinde şahane bir frikik kullanıp, topu kalenin çatalına astı. İkinci goldeyse, rakip defansın arasında yükseldi ve topu kafayla Trabzonspor filelerine gönderdi.

Tekniği etkileyici, stili zarifti. Tribündeki en ilgisiz seyirciden daha soğukkanlıydı. Çok kritik pozisyonlarda bile telaş belirtisi görülmezdi hareketlerinde. Bu özelliği hiçbir pozisyonda değişmedi.

Fenerbahçe'ye gelir gelmez ilk on birin değişmez oyuncusu oldu. Önce savunmanın sol kanadında oynadı. O sırada Fenerbahçe'nin stoper ve liberosunda takımın iki yıldız ve kurt oyuncusu yer alıyordu. Liberoda Ziya Şengül, stoperde Yılmaz Şen. Savunmanın sağ kanadındaki oyuncuysa hemen her sezon değişiyordu; Niyazi Gülseven, Timuçin Çuğ vs... Ama değişmez solbek, üç numaralı formayı giyen Alpaslan'dı. Ziya Şengül'ün futbolu bırakmasından sonra hep libero oynadı ve beş numaralı formayı giydi.

Fenerbahçe'deki ilk yılında, 1973- 1974 sezonunda takımı efsane teknik direktör Didi çalıştırıyordu. Sezon başlarken Galatasaray, Türk futbol tarihinin üç sezon üst üste şampiyon olan ilk takımı unvanına sahipti. İngiliz Teknik Direktör Brian Birch'ün sarı-kırmızılı tribünleri coşturan, sarı-lacivertli tribünleri çıldırtan meşhur yumruğu inmez olmuştu! Bütün yıl boyunca liderlik için, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında büyük bir çekişme yaşandı. Ve üç buçuk yıl boyunca Galatasaray'ı hiç yenemeyen Fenerbahçe hem ligi, hem kupayı kazandı. Büyük payı olan futbolcuların başında o geliyordu.

Ligin ikinci yarısında 23 Mart 1975'te Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 1-0 yendiği bir karşılaşma vardı ki, unutulmaz: Maç balçık halindeki sahada ve şiddetli yağmur altında oynandı. "Değil top oynamak ayakta kalmanın zor olduğu bir saha" tanımını en çok hak eden karşılaşmaydı belki de. Gökmenli, B. Mehmetli Galatasaray karşılaşmanın favorisiydi, özellikle de sahanın durumu nedeniyle. Ağırlık çalıştırarak futbolcuların dayanıklılığını arttırmış olan Birch sayesinde, sarı-kırmızılı oyuncuların büyük bölümü adeta halterci fiziğine sahipti. Ama beklenen olmadı. Fenerbahçe maçı 1-0 kazandı. Sahanın en iyisi Alpaslan'dı. Yalnız savunmanın solunda değil, sahanın her yerinde o vardı, o gün. Hatta bir pozisyonda kaleci Yavuz Şimşek'i geçen topu da son anda o çıkarmıştı kale içinden.

Maç bittiğinde forması ve şortu çamurlanmayan tek oyuncu da oydu. Beş yıldızlık oynadığı o maçta bir tek kez bile yere düşmemiş, bir kez bile topa kayarak müdahale etmemişti. O kadar dengeli ve teknik bir oyuncuydu ki... Hep en doğru zamanda, en doğru yerdeydi. Bu özelliği nedeniyle herkes onun sol ayağında mıknatıs olduğuna inanırdı. Rakip takımın oyuncuları verkaç yaparak üzerine geldiğinde büyük bir sükunetle bekler ve en beklenmedik anda topa ayağını uzatırdı. Ve top, hep onun ayağında kalırdı. Ama sol ayağında! Çünkü sağ ayağıyla topa vurulduğu görülmemişti. Bu da, bazı futbol adamları tarafından eleştirilir, sağ ayağını da geliştirmesi tavsiye edilirdi...

Bu eleştirilere yanıt vermekte gecikmedi. Üstelik İsviçre'de oynanan bir milli maçta! 20 Nisan 1975'te Zürih'te Dünya Kupası eleme maçı için sahaya çıkan Türkiye Milli Takımı'nın sağ bek mevkiinde o vardı. Belki de hayatında ilk kez o gün giydi iki numaralı formayı. Sağ ayağı zayıf olan bir futbolcu için en zor görevdi bu. 1-1 berabere bitti karşılaşma. Sahanın en iyisiydi ve Türkiye'nin tek golünü de savunmada oynamasına rağmen o attı. Üstelik sağ ayağıyla!

Bu, Milli Takım'daki tek başarısı değildi. 17 Ekim 1970'te, Köln'de oynanan karşılaşmada da önce Beckenbauer, Overath, Libuda ve Müller gibi büyük yıldızların yer aldığı Dünya Üçüncüsü Federal Almanya karşısında savunmanın sol kanadında oynamış ve ünlü sağ açık Libuda'yı başarıyla marke ederek maçın 1-1 berabere bitmesinde pay sahibi olmuştu.

Alpaslan 1978 yılında bir maçta sakatlandı ve ağır bir ameliyat geçirdi. Ön çapraz bağların kopması, o zamanlar birçok futbolcunun spor hayatının sonu demekti. Ama bir yıl sonra döndü sahalara. Eskisi kadar iyiydi. Bir süre dizlikle oynasa da, sakatlığından iz kalmamıştı görünürde. Üstelik artık libero oynuyordu ve bu zor mevkide çok daha etkiliydi; hatta oynanmayan oyunda bile: İstanbul'daki bir Fenerbahçe- Adana Demirspor karşılaşması, tarihe futbol oynanmayan bir maç olarak geçti. Saha yağmurdan balçık haldeydi ve bütün oyun, futbolcuların didişmesi şeklinde geçti. İki takım da üst üste üç pas bile yapamıyor ve oyuncular sadece topu çamurdan sökmeye ve "itmeye" çalışıyordu. Hatta TRT Spor Servisi, bu kör dövüşünün üç dakikalık haber görüntülerini şu anonsla yayımladı televizyonda: "Karşılaşma o kadar zevksizdi ki, görüntüleri müzik eşliğinde yayımlıyoruz!"

Ama hakem tarafından iptal edilmesi gereken o karşılaşmada hiçbir müziğin fon oluşturamayacağı bir sahne vardı. Beş numaralı formayı giyen Alpaslan, tatsız tuzsuz bu oyunun ortalarında santra yuvarlağında durdu ve ellerini beline koyup uzun bir süre sahada didinenleri izledi. Buna rağmen maçın sonucu 0-0'dı. O sahne, attığı gollerden de anlamlıydı, önlediği bütün gol pozisyonlarından da. Sadece formaya veya takıma değil, futbola sahip çıkan başka kaç örnek var!

Ferruh Yazıcı