Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 20 Şubat 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

O esnada Türkiye'de...

Parisli gençler ve işçiler De Gaulle'e, Amerikalılar 'Askere gitmeyeceğiz,' diyerek Sam Amca'ya isyan ederken, Türkiye'de gençler emperyalizm ve Amerikan karşıtı sloganlar attı, işçiler ve öğrenciler arasında yeni bir kültür filizlenmeye başladı. Türkiye '68'inin mimarları o yılları anlattılar ve döneme ait fotoğraflarını paylaştılar
Özgürlük ve adalet duygusunu özlüyorum
Bozkurt Nuhoğlu ('68 kuşağının öğrenci lideri, avukat):
"68'li yıllar benim için çok şey ifade ediyor. Emperyalizme ve onların işbirlikçilerine karşı çıkanlar, Türkiye için ciddi olarak kendini feda eden insanlar aklıma geliyor. Biz sinemayla, edebiyatla ve politikayla ilgili hayata ilişkin her şeyi merak ederdik. Nâzım Hikmet okurduk, Yön dergisi elimizden düşmezdi. Biz taklidi olmayan bir hareket yarattık. En çok o dönem yaratılan özgürlük ve adalet duygusunu özlüyorum."

'Fruko' arabasında eziyet gördüm
Ertuğrul Kürkçü ('68 kuşağı liderlerinden):
"Bu fotoğraf, Aralık 1970 sonuna doğru Dev-Genç Genel Başkanı, Ankara'da, Kurtuluş Meydanı'nda, polisle çatışmadan sonra tutuklanıp hapisaneye götürülürken çekilmiş... Bu fotoğraf çekilmeden önceki gün ve gece durmadan coplanıp tekmelendiğim için bu resmin çerçevelediği hiçbir şeyi özlediğimi söyleyemem doğrusu... Ama, bir yargıcın karşısına ilk kez çıktığım ve ilk kez hayatımda birinin bana 'Sizi tutukluyoruz,' demesinden birkaç dakika sonra çekilmiş olduğu için unutmamın da hemen hemen imkânsız olduğu bir anı donduruyor, bu kare. İki yanımdaki 'fruko'ları şimdi görsem herhalde asla tanımam ama mahkeme koridorlarında, emniyet nezaretinde, 'fruko' arabasında yanımızda bulundukları 24 saatin her anında bana ve birlikte tutuklandığımız arkadaşlara nasıl durmaksızın eziyet ve hakaret ettiklerini hiç unutmadım. Bunca zulüm potansiyelini, bunca hakaret edebiyatını bünyelerinde nasıl biriktirip muhafaza edebildiklerine de hâlâ şaşmaya devam ediyorum. Onlar bunları yaparken amirlerinin 'Vurrrrrr......mayın' diye diye nasıl bir yandan onları kışkırtıp bir yandan sureti haktan görünmeye çabalamaları da hiç aklımdan çıkmadı tabii. Ben de yaşıtlarımın çoğu gibi, 'devrim yapmak'ta sonsuz yetkiye, buna karşılık sıfır sorumluluğa sahip on binlerce insandan - yani kitleden- biri olduğum günleri, gerçekten özlüyorum... Nasıl özlenmez ki... Ama hayat akıyor işte, sadece bir-iki yıl sonra o on binlerce insanın sorumluluğu bir anda sizin sırtınıza yüklenmiş, onlardan sorulamayan ve sorulamayacak hesabı da vermeniz gerekmiş, ilk 'kuyruğu dik tutma' sınavınıza girmişsiniz... Bütün ötekiler gibi zor, insanın yüreğini ağzına getiren bir sınav bu... 40 yıl geçti, 'sınavsız' bir hayat hâlâ bir umut..."

İşçi sınıfının doğuşu
Oya Baydar (Edebiyatçı):
"60'lı yıllar güzeldi. Benim için daha da güzel olanı ise 1964'te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdikten sonra yazdığım doktora tezi, İşçi Sınıfının Doğuşu başlıklı çalışmamım Profesörler Kurulu'nda iki kez reddedildikten sonra üniversitenin işgal edilmesiydi. Sanırım 8 Aralık 1968'teki bu işgal, ilk üniversite işgaliydi."



Yanlışlarımız da oldu
Celal Doğan ('68 kuşağı liderlerinden, eski Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı):
"68 kuşağı sorumluluk sahibiydi. Yurt sorunlarını kendi sorunları olarak görürdü. O zaman konuştuğumuz meseleleri halletmiş olsaydık daha güzel bir Türkiye'de yaşıyor olurduk. Tabii yanlışlarımız da oldu ama onlar deneyimsizlikten kaynaklanıyordu. Kendimizi bir sınıfın yerine koyduk, Carlos Marighela'nın Gerilla'nın El Kitabı üniversitede açıkça satılıyordu, yine Herbert Marcuse'nin asıl olarak Batı'daki gençlik hareketine ilişkin kitaplarına da kafayı takmak yanlıştı. O dönem Nâzım Hikmet'i ve sol klasikleri okurduk, Küllük'e giderdik. Beni en çok yurtseverlik türküleri etkilerdi."

Masum bir kuşaktık
Selda Bağcan (Müzisyen):
"1968 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi II. sınıf öğrencisiydim. Ankara Üniversitesi'ndeki ilk hareketlilik, söylenegeldiği üzere 'son derece masum öğrenci istekleri olarak' başladı ve devam etti. Ben de kaçınılmaz biçimde destekledim. Yapmış olduğumuz mücadele ile (boykotlarla) imtihan hakları önce beşe sonra yediye, sonra dokuza, sonra da 11'e çıktı. Daha sonra da eylemler çığrından çıktı, sağ sol çatışmaları haline dönüştü ve okulun önündeki benzin istasyonunda dört öğrenci öldürüldü. İşte 12 Mart 1971'e götüren olaylar böyle başladı. O yılların sahici duygularını ve insanların samimiyetini özlüyorum. Ne yazık ki gariban bir öğrenci olarak o yıllardan kalma hiçbir fotografım yok."

Kaybeden ne yazık ki romantizm oldu
Ertuğrul Özkök (Eski Fikir Kulüpleri Federasyonu üyesi Hürriyet Gen. Yay. Yön.):
"...Türk gençliği 1968 Mayısı'nda bir düşünce travması yaşadı. Gelecek 20 yılın kaderi, orada Mülkiye kantininde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kampusu'nda oylandı. Geleceği belirleyecek olan iki zihniyet, fakülte forumlarında karşı karşıya geldi. Bir tarafta saflığın sıcak romantizmi. Kaçırdığı bir subayın eşinden özür dileyecek kadar zarif bir romantizm. Deniz Gezmiş delikanlılığı... Öteki tarafta, küçük bir kızı rehin almayı devrim simyasına dönüştürecek kadar acımasız ve kesin bir inanç. Türk gençliği bu iki tavrı oyladı. Birini tercih etti. Ne yazık ki, kaybeden romantizm oldu. Koskoca bir 70 kuşağı bu meşum oylamanın açtığı karadelikte kaybolup gitti. Ve bu meşum oylama, 68 Mayısı'nı, kötülüklerin miladı haline çevirdi. 30 yıllık bu ağır tabular lahtinin kapağını kaldırdığınız zaman, işte bu gerçekle karşı karşıya geliyorsunuz." - 26 Ekim 1997 tarihli yazısından...

Atılan tohumlar hâlâ yaşıyor
Okay Gönensin (Gazeteci):
"1968'de genç olanlar, bütün tabuların yıkılabileceğine inanıyordu. Her konuda sorular sordular, her sorunun cevabını sonuna kadar aradılar. Bütün tabuların, insanların güdülmesi için kullanılan araçlar olduğunu öğrendiler. Paranın da her türlü doğaüstü inancın da insanların güdülmesi için kullanıldığını gördüler ve bunu açıkladılar. O günlerin gençleri bulabildikleri her şeyi okuyarak; her şeyi öğrenme hırsıyla yaşadı. Bilginin insanı özgürleştiren en önemli araç olduğunu anladılar. Bilgiye herkesin ulaşabilmesinin önemini gördüler ve herkesin her şeyi öğrenme hakkı olduğunu anlattılar. Öğrenme açlığı, '68'de genç olanların en önemli özelliğiydi. Öğrendikçe isyanı da öğrendiler. Tabular karşısında boyun eğmenin, insanlığı sürekli geriye götürdüğünü anlatmaya çalıştılar. Biraz anlattılar, biraz anlatamadılar. Bugünün gençlerinin, bugünün koşullarında çok farklı olduklarını düşünmek onlara fazlasıyla haksızlık etmek olur. Bazı hayaller yıkılmış gibi görünse de bugünün koşulları onları dağınık ve amaçsız ve başta para olmak üzere tekrar tabulara teslim olmuş gösterse de '68'de atılan tohumların bir yerlerde gizliden gizliye var olduklarını düşünmek gerekiyor."

68'i o fotoğrafladı
Ergin Konuksever (Foto muhabiri):
Ergin Konuksever o dönemler Günaydın gazetesinin polis-adliye muhabiriydi. Görevi icabı öğrenci eylemlerini çekiyordu ama sıradan bir gazeteci değildi. Mahir Çayan Kızıldere'de öldürüldüğünde üstünde onun kazağı vardı. Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün, eli silahlı bir öğrencinin fotoğrafını istediğinde, öğrencinin hem gözünü montajladı, hem de Türün'ün, 'Seni konuk edeceğimiz yerler de var,' tehdidine de aldırmadan. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği gece aileleriyle sabahlayan da oydu. Onun çektiği fotoğraflar, kitaplarda, afişlerde kullanıldı. Hatta Gökşin Sipahioğlu Paris Match için ondan 15-16 Haziran olaylarına ilişkin şimdiki Fenerbahçe Stadı'nın önündeki meşhur fotoğrafı, satın almıştı. Kısacası Konuksever, bir döneme vizörünün arkasından baktı.

Malatya'da umudun peşinde koşan gençlerdik
Oral Çalışlar (Eski öğrenci lideri, gazeteci):
"1969 seçimlerinde Malatya'da Türkiye İşçi Partisi (TİP) adayı Hüseyin Akgün'ü desteklemek amacıyla Malatya'ya gitmiştik. Yerel seçimde TİP, Malatya'dan 12 bin 409 oyla, yüzde 10.13 oranına ulaşmıştı. Bu yüzde ile bir milletvekili çıkarması mümkündü. Bizler de bu umutla, çoğunluğunu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü üyelerinin oluşturduğu bir grupla Malatya'ya gittik. O yıllarda TİP senatörü olan rahmetli Niyazi Ağırnaslı da bizim kampanyaya katıldı. Ne yazık ki TİP, Malatya'da 1969 seçimlerinde oylarını yarı yarıya kaybetti. 6 bin 952 oyla oran yüzde 5.24'e düştü ve bu, milletvekili seçilmeye yetmedi..."

Bir daha yaşanmadı
Fahri Aral (Yayıncı):
"68, ünlü bir düşünürün tanımladığı gibi 'tarihte 20 yılda yaşanan olayların 20 günde yaşandığı' bir dönüm noktasıydı. O günlerde sadece Türkiye'de değil birçok ülkede tarihin çarkı o kadar hızlı döndü ki, adeta sayfalara sığmayan değişimler yaşandı. Ama tüm bu değişimlerin her yerde tek bir ortak özelliği vardı; o da 'daha özgür ve daha güzel bir dünya..."

Özgürlük havası vardı
Gökşin Sipahioğlu (Fotoğrafçı):
"...Bazı felsefeci ve tarihçiler, 1968 Öğrenci Hareketi bir halk isyanı olduğu için bu hareketi 20. yüzyılın en önemli tek devrimci olayı diye niteliyorlar. Bireyselliğini ortaya koymuş, materyalizme karşı, ister komünizm, ister kapitalizm olsun yerleşik düzene karşı durmuş asiler için ortamda belli bir özgürlük vardı. Bugün ise maalesef Atatürk ilkelerini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. İnsanlarda büyük bir ümitsizlik var."

Namludaki papatya
Gündüz Vassaf (Yazar, psikiyatri uzmanı):
"68 kuşağını tarih boyunca simgeleyecek bu fotoğraf, o günleri çok iyi anlatıyor. İkinci sıradaydım. Tam askerin süngüsü göğsüne değecek, ön sıradan biri, birdenbire elinde peyda olan papatyayı önündeki askerin tüfeğinin namlusunun içine yerleştirdi, bir an duran askerin şaşkınlığından yararlanarak, soğukkanlılıkla sıraya dizilmiaş diğer askerlerin, teker teker önlerinde durup birkaç papatyayı daha bize doğrultan namluların ucuna yerleştirdi. Pentagon'un etrafını garip bir sessizlik kapladı. Gerilim dağıldı. Birkaç saat sonra, karanlık çökünce, biz de dağıldık." (Vassaf'ın 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra kitabından)

Miting sonrası As Gazinosu
Tuğrul Eryılmaz (Gazeteci):
"Sosyalizm yalnızca kavga değil, bir hayat ütopyasıydı bizim için. Kendisini kentli tanımlayanlar daha çok The Rolling Stones (Street Fighting Man), The Beatles (Revolution), The Animals (The House of the Rising Sun) ve bol bol Joan Baez dinlerken, biraz daha Ortodokslarımız Ruhi Su ve Tülay German'dan şaşmazdı. Daha sonraları Cem Karaca ve Fikret Kızılok da devreye girmişti. Ajda Pekkan'ı küçümser havalara girip dinlemeye bayılırdık. Miting sonrası gittiğimiz As, Gazanfer, Modern gibi diskolar, öğrenci harçlığımızın önemli bir kısmına ortak olurdu. Milka'da 'Blue Diamond' içmek de pek havalı olurdu. Ayda bir kez Kızılay Piknik ve Kalem meyhanesine mutlaka gidilirdi. Bir sürü insan hâlâ 'bacı' edebiyatı yaparak bize çamur atar, ama kadın-erkek ilişkilerinin o kadar çağdaş olduğu bir dönem az bulunur. O dönemi orta sınıf kaygılarımı en çok gömdüğüm dönem olarak hatırlar ve şimdiki üniversitelilerin yaşadığı neredeyse kışla havasına üzülürüm."